Ana Sayfa Manşet Kanserin şifresi yağ hücresinde saklı

Kanserin şifresi yağ hücresinde saklı

En son rakamlara göre dünyada yılda 14 milyon Türkiye’de 170 bin yeni kanser vakası görülüyor. Bilim dünyası kanseri durduran ve tedavi eden yeni mekanizmaları keşfetmek ve bunlara bağlı olarak yeni ilaçlar geliştirmek için dört bir koldan çalışıyor.

Ziyneti Kocabıyık/Türkiye gazetesi

Kanser savaşında Türk bilim adamları da yarışın içinde. Amerika’da ve Türkiye’de yaptıkları çalışmalarla kanser tedavisine “Türk parmak izi”ni bırakan Türk  bilim adamları onkoloji tedavisindeki son gelişmeleri gazetemize anlattı…

KANSERİN ŞİFRESİ YAĞ HÜCRESİNDE SAKLI
Türk Kanser Araştırmaları ve Savaş Kurumu Antalya Şubesi tarafından kanserden hayatını kaybeden Prof. Dr. Mustafa Samur anısına düzenlenen ‘Onkolojide İz Bırakanlar Zirvesi’ yeni kanser tedavilerini geliştirmek için hem Türkiye’de hem de yurt dışında çalışan önemli Türk bilim adamlarını Antalya’da buluşturdu. Yurt dışında yüzümüzü ağırtanlardan biri de çalışmalarını ABD Cold Spring Harbor Laboratuvarı’nda sürdüren Dr. Semir Beyaz, kanser hücrelerinin bağışıklık sisteminden saklanabilmek için geliştirdiği bir mekanizmayı keşfetti. Dr. Beyaz’ın aşırı yağlı beslenme ve obezite durumunda ortaya çıkan bu mekanizmanın kanser oluşumundaki rolünü ortaya koyduğu çalışması bilim dünyasında ses getirdi. Çalışması Nature ve Science gibi önemli dergilerde yayınlanan Dr. Beyaz,  obezite ve yağlı beslenmenin kanser oluşumundaki rolünü araştırıyor.

SÜPER KÖK HÜCRELER
Amerika’daki çalışmaları sırasında beslenmeye bağlı olarak oluşan kanserde kök hücreler üzerinde bir mekanizma keşfettiklerini söyleyen Dr. Beyaz “Yağlı beslenmenin içerisinde bulunan yağ asitleri hücredeki bir faktörü tetikliyor. Bu faktör de bu bağırsaktaki kök hücrelerin özelliklerini artırarak onları süper kök hücre hâline getiriyor. Ancak bunlar bencil kök hücreler. Eğer bu bencil kök hücrelerin DNA’larında bir hasar olursa kansere daha çok dönüşebiliyorlar. Belirlediğimiz için onu durdurursak kanser riskini azalttığını gösterdik” dedi. Prof. Dr. Beyaz keşfettikleri mekanizmayı şöyle anlattı:

KANSER BAĞIRSAKTAN MI BAŞLIYOR?
“Vücudumuzda kanser hücreleri zaten var. Ancak bağışıklık sistemimiz o hücreleri tanıyarak yok ediyor. Ancak biz çalışmamızda obezite ve yağlı beslenme modelinde kanserin kendini bağışıklık sistemine tanıttığı kimlik kartını okuma mekanizmasının devre dışında kaldığını gördük. Bunun da sebebi aşırı yağlı beslenmenin bağırsaklarımızda yaşayan faydalı bakterilerin dengesini bozması. Bağışıklık sisteminin kanser olabilecek hücreleri tanımasını sağlayacak kimlik kartını, bu hücrelere bağırsaklarımızda yaşayan faydalı bakteriler veriyor. Bu bozukluk kanserin bağışıklık sisteminden kaçması ile sonuçlanıyor. Bundan sonraki çalışmalarımızda beslenme, obezite ve bağırsaktaki faydalı mikropların kanseri öldürme mekanizmalarını nasıl etkileyeceklerini ortaya çıkarmak üzerinde sürdürüyoruz.”

GEN TERAPİLERİNE ZEMİN HAZIRLIYOR
Türk bilim adamının ortaya çıkardığı mekanizma birçok tedavinin geliştirilmesine zemin hazırlayabileceğini anlatan Prof. Dr. Beyaz “Bu mekanizmayı kullanarak ilaç veya hücresel tedaviler geliştirmek mümkün olabilir. Hastanın kanını alıp bu mekanizmayı biraz değiştirerek verdiğimizde güçlenmiş, süper ve hastanın metabolik durumundan etkilenmeyen bağışıklık sistemi hücrelerimiz olabilir. Bunu obez bir hastadan alıp, düzeltip geri verirseniz obez hastada bağışıklık sistemi tabanlı terapileri geliştirebilirsiniz” dedi.TÜRK ÇALIŞMASI MEME KANSERİNDE HAYAT KURTARIYOR
ABD’nin Pittsburgh Üniversitesinde uzun yıllardır meme kanseri konusunda çalışmalarını sürdüren ve Amerika’nın meme kanserinde ilk 10 cerrahtan biri olan Pittsburgh Üniversitesi Meme Cerrahisi Ana Bilim Dalı Direktörü Prof. Dr. Atilla Soran, kanser cerrahisine “Türk Çalışması” kavramını kazandırdı. Türkiye’den 25 merkezle birlikte yürüttükleri bir çalışmada diğer organlara metastaz yapmış meme kanserinde cerrahi yapılmasının hastalığın tedavisini olumlu yönde etkilediğini kanıtlayan Prof. Dr. Soran, daha önce diğer organlara sıçradığı için ameliyat edilmeyen ve büyük oranda kaybedilen vakaların da ameliyat edilerek bu kadınların hayatının kurtulmasına imza attı…


Önceki yıllarda metastaz yapmış meme kanseri hastalarının en fazla iki sene yaşadığını anlatan Prof. Dr. Soran, Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu adı altında oluşturulan Türk Meme Çalışma Grubu’nun 12 yıldır devam eden ve bütün dünyada ‘Türk Çalışması’ olarak bilinen metotla ilgili olarak şunları söyledi:
“Evre 4 dediğimiz meme kanserli hastalarda meme dışında kemikte, böbrekte, karaciğer, akciğer ve beyinde metastazlar olabiliyor. Bu hastalar meme kanseri hastalarının yaklaşık yüzde 10’unu oluşturuyor. Bizim çalışmamıza kadar ‘Bunlara bir şey yapılamaz, gönderin kemoterapi alsın’ denirdi. Bizim hipotezimiz şuydu: Genel tümörü çıkarmazsak vereceğimiz sistemik tedavi çalışmaz yani metastaza gidip onları öldürmez. Memedeki tümörü oradan çıkarıp yok ederseniz, elinizdeki diğer silahlarla yani kemoterapi, radyoterapi, akıllı ilaçlarla uzaktaki tümörü yok edip hastanın hayat süresinin artmasına katkı verebilirsiniz. Bu hastalar şimdi 10-15 sene yaşıyorlar. Bunu kanıtladık ve dünyada bir ilk oldu. Şimdi birçok merkezde bu yöntem uygulanıyor ve ölüme terk edilen kadınların hayatı kurtuluyor.

HEM KANSERE HEM YAŞLANMAYA DUR DEDİ
Kanser oluşumunda değiştirilemeyen faktörlerin başında yaşlanma geliyor. Bilim dünyası yaşlanmayı oluşturan mekanizmalar üzerinden giderek kansere savaş açıyor. Bunlardan biri de ABD South Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Moleküler Biyoloji Bölümünden Prof. Dr. Besim Öğretmen. Yaşlılıkla birlikte kanser riskinin arttığına yönelik çok sayıda uluslararası araştırmaya imza atan Prof. Dr. Öğretmen’in de içinde bulunduğu ekip, yeni bir mekanizma keşfederek hem yaşlılıkta hem de kanserli hücrelerde görev yapan bir ilaç geliştirdi.

YAŞLILIK DA YAVAŞLAYABİLİR
Yaşlılarda kanser riski daha fazla olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Öğretmen, yaşlılık ve kanser ilişkisi üzerinde yaptıkları çalışmaları şöyle özetledi: Bizim yaptığımız ve diğer laboratuvarlarda yapılan çalışmalarda kanseri engellemeye çalıştığımızda yaşlanmayı artırdığımızı, yaşlanmayı engellemeye çalıştığımızda da kanseri artırdığımızı gördük. Bizim yaptığımız çalışmalarda bu ikisini bir anda daha iyi nasıl tedavi edebiliriz diye düşündük. Yani hem kanseri önlemek ya da tedavi etmek, hem de yaşlanmaya başlamış dokuları biraz daha gençleştirebilmek mümkün müydü?  iki ilaç kullanarak hem kanser hücrelerini öldürmek hem de yaşlanmaya başlamış hücreleri yenileyebilir miydik? Şu andaki çalışmalarımız sonucunda hem yaşlılıkta hem de kanserli hücrelerde görev yapan bir ilaç bulduk.

İLAÇ GELİŞTİRİLDİ
Bu ilacın klinik çalışmalarının sürdürüldüğünü ve ilk olarak bütün kanser türlerindeki son evredeki hastalar üzerinde bakıldığını söyleyen Prof. Dr. Öğretmen “İkinci safhaya geçtik, şimdi prostat kanseri üzerinde deneniyor. Yaşlılığı artıran mekanizmaları yok etmek için de ikinci ilacı çalışıyoruz. Amaç ikisini bir arada verip hem kanseri hem de yaşlılığı daha azaltmak, yavaşlatmak” diye konuştu.

HIV VİRÜSÜ İLE KANSERE MÜDAHALE
Acıbadem Üniversitesi Hücre Laboratuvarı Direktörü Prof. Dr. Ercüment Ovalı kişinin kendi bağışıklık hücresinin genetiğini değiştirerek onu kanserle savaşan bir hücre hâline getiren ‘Car-T Cell’ tedavisinin Türk versiyonunu geliştirmek üzere çalışmalarını sürdürüyor. 6 yıldan bu yana Car-T Cell tedavisi ile ilgili çalışmalar yürüten Prof. Dr. Ovalı, kesin sonuç için henüz erken olduğunu ancak tablonun olumlu yönde ilerlediğini belirtiyor.

Amerika’da ve Avrupa’da yeni yeni çalışmaları sürdürülen Car- T Cell tedavisinin bir tür immünoterapi olduğunu belirten Prof. Dr. Ovalı üzerinde çalıştığı tedaviyi şöyle anlatıyor: Normal şartlarda kendi bağışıklık sistemimiz kanseri tanır onu kontrol eder ama yok etmez. Çünkü kanser hücresi, bağışıklık hücresi ile aynı soydan. Bağışıklık, kanser hücresini yabancı görmediği için bir mikropla, virüsle ya da mantarla savaştığı gibi savaşmaz. Klasik immünoterapiyle kanseri kontrol altına alabiliyoruz ama tamamen ortadan kaldıramıyoruz.  Car-T cell kanseri tamamen temizlemek için dizayn edilmiş bir tedavi. Burada, kişinin kendi bağışıklık hücresini dışarı alıp, genetiğini değiştiriyoruz. Hücrenin içine HIVvirüsü naklediyoruz. Ama virüsün hastalık yapan kısmını alıp sadece taşıyıcı kısmını bırakıyoruz. Kestiğimiz kısma da kendi istediğimiz geni koyuyoruz. Bu şekilde genetiği değiştirilmiş hücreyi naklediyoruz. HIV virüsü her zaman yaptığı gibi önce bağışıklık hücrelerinin içine giriyor ama hastalık yapan kısım olmadığı için yerleştirdiğimiz gen çalışmaya başlıyor. T lenfositleri kanseri kendi dokusu gibi değil de düşman görüyor ve savaşmaya başlıyor. Hiç şansı kalmamış hastalarda yüzde 70 olasılıkla işe yarayan bir tedavi.”

DÖRT HASTA İLE ÇALIŞIYORUZ
Car-T cell’i, şu ana kadar dört hastaya uyguladıklarını ve tedavinin iyi gittiğini belirten Prof. Dr. Ovalı “Hastalarımızın en küçüğü 6, en büyüğü 42 yaşında. Üçü lösemi , biri lenfoma hastası. Biri hariç durumları iyi. Hedefimiz 24 hastaya çıkmak. Muhtemelen ilk resmi sonuçları da Mart’ta Avrupa 2. Transplant Kongresi’nde açıklayacağız. Patente takılmamak için adını ISIKOK koyduk” dedi.