Ana Sayfa Görüşler Arşiv, Onam ve Sağlıkta Şiddet

Arşiv, Onam ve Sağlıkta Şiddet

Arşiv, Onam ve Sağlıkta Şiddet

W- Değerli Hocam en son hekimlerin uyguladıkları tedaviye ait bilgilerin arşivlenmesine yönelik süre ve yöntem sıkıntısına yönelik konuşmuştuk,  bu önemli konuda ortada bir sıkıntı mevcut değil mi?

Y.Ü.- Haklısınız, düzenleme eksikliği mevcut. Bir takım yönergelerde yönetmeliklerde ya da tedavi biçimine branşına göre düzenlemeler var ancak bu durum Türkiye’nin genel sorunudur. Genelde beş yıllık on yıllık süreler daha çok ön plana çıkabiliyor. Tümünü kapsayan bir düzenleme maalesef yok.

Özellikle sağlıkta arşiv çok önemli, on sene sonra dava açılamayacağı için hukuki anlamda ihtiyacınız olmayabilir ama devam eden başka tedaviler için belki de ileri de o kişinin başka bir hastalığıyla ilgili geçmişte uygulanan tedavi-operasyonlara ait bilgiye ihtiyaç olabilir. Belki de bu süreleri arttırmamız gerekir.  aldı ki, çok kısa süre önce Kişisel Verilerin Korunması Kanunu yürürlüğe girdi, o kanunun özellikle sağlığa ilişkin kişisel verileri koruyucu hükümleri de dikkate alınarak, bu konuda kamu ve özel sektöre yönelik uygun ve kesin bir sürenin kanunla düzenlenmesi hem tıbben hem hukuken gereklidir.

W-  Bir Hekim örneğin olarak aynı anda farklı hastanede çalışabiliyor,  altı ay orada çalıştı, beş ay burada çalıştı. Aradan beş -altı yıl geçti hangi hastanede çalıştı doğal olarak karışabilir. Bir dava konusu bunlardan birinde çıkabilir, biraz karışık bir durum, ne yapılması gerekir?

Y.Ü.- Davanın muhatabı kimse kendisinden aydınlatmayı yapıp yapmadığı veya hastanın hukuken geçerli rızasını alıp almadı hususlarını ispatlaması gerekir. Hastane veya kliniklerin bu kayıtları sağlıklı tutmaması veya silmesi ciddi hukuk kurallarıyla korunmadığı veya bu tür bir ihmalin hekimi o davada koruması mümkün olmadığından, riski görmek gerekir. Çünkü davanın muhatabı doktor bu konuda açıklama yapması istenecek kişi olduğu için çalıştığı kurumdan kendisini yedekleyecek şekilde önlemini alacak. Kurum yapmazsa kurumun imha ettiği bunları ispatlamak çok zor ve bu  zaten tamamen kurumla alakalı. Doğru olanı doktorun kendisinin de ayrıca bir arşiv tutma yükümlülüğünün de veya yükümlülüğün kurumca sağlıklı yerine getirilmediği hallerde doktoru koruyacak bir pozitif düzenleme yapılmış olması.

W- Burada doktorun kamu veya özel hastane bir sağlık kurumundan ayrılırken kendisine ait bilgileri; yaptığı tüm poliklinik-klinik vb yasal olarak isteme hakkı var m?

Y.Ü.-Tabi ki var. Mutlaka bu anlamda bir önlem almak gerekiyor. Konu kendisini ilgilendirdiği için kendisiyle ilgili evrakları almasında hiçbir sakınca yok. Tek bir hassas nokta bu dokümantasyonda arşivlemede hastanın özel verileriyle diğer kişisel verilerine dikkat etmek gerekiyor. Bu uygulama yapılırken, Kişisel Verilerin Korunması Kanununa aykırı uygulamanın da  yapılmaması gerekir.

W- İlgili kurum-işletme yöneticisi bir hekimin benzeri talebini ben bunları sana vermeye yetkim yok-veremem derse ihtilaf olmayacak mı?

Y.Ü-Kurumun bu tutumu ihtilaf doğurur. Bazı kurumlar bunu vermek istemeyebilir. Kurumun bir hatası varsa ileride bu davadan doktor kendisine rücu etmesinin önlemini almak isteyebilir.

Önemli olan buna direnmek ve doktor hakkında dava açılıncaya kadar yani sona bırakmamaktır. Doktorun kendi baktığı hastayla ilgili arşiv tutmasında hiçbir sakınca yok. Zaten şu anda dijital ortamda da yedekleyebilir, dosyalayabilir. Mevcut getirilen evraklarla ilgili notları alabilir. Evrakın kendisi olmayabilir ama evrakın protokol numarası şunu bunu kaydedip kendi dosyasına saklayabilir.

Örneğin bende şimdi burada çalışıyorum kendi durumumla ilgili öğrencilerin notlarıyla ilgili kendim sisteme girdiğim notlarla ilgili bilgiler alacaksam onları alırım. Çünkü iki gün sonra bana dava açılabilir. Kurumun bir evrakı imha ettiğini düşünün sıkıntıyı-riski tamamen üzerime almış olurum. Ben bu evraklarda kişisel verileri depolamıyorsam, yaptığım işle ilgili delilleri topluyorsam sorun yoktur.

W- Şeytanın avukatlığı gibi olacak ama evraklar sadece dijital ortamda ise hasta da bir şey sorar ve bu doğal olarak dijital ortamda düzeltilebilir. Benim sunacağım delil sahihliği konusu da önemli değil mi?

Y.Ü.- Önemli olan bunların burada delil olup olmadığı. Delil niteliği veya özel hukuk anlamında baştan delil niteliğinde baştan bir belgeyse veya ispat aracıysa bu bir bilgi edinir. Fakat bazen evrakta sahtecilik iddiası gündeme gelmişse, faturada reçetede-raporda olduğu gibi, genellikle orada doktor lehine karar verilir;  sahtecilik yapıldı mı yoksa internet ortamında mı değiştirildi gibi bir iddia gündeme gelebilir. Bunun da ispatı çoğu kez mümkündür; zordur, uğraşı gerektirir, ama mümkündür. Burada bu kayıt sisteminin güvenliği ve onun değiştirilmesi ayrı bir hukuki sorundur. Biz şimdi asıl soruna odaklı konuşmaya devam edersek, Düşünün ki, bir evrakı kurum gizliyor ama siz internet ortamından pdf çıktısını almışsınız ve mahkemeye sunuyorsunuz. Ama orada hastanın işlem tarihi, saati,  evrakın şekli,   yazım biçimi,  protokol numarası birtakım özel bilgiler var. Bu mutlaka hakimde bir kanaat uyandırır. Hâkim buna dayalı olarak da karar verebilir. Onun için kurumdaki dokümanları, onlarca çuval dolusu tahlil sonuçlarını doğal olarak tutmak istemeyebilirsiniz. En azından şu saatte şu tarihte biyokimyaya sevk ettim, kan tahlili istedim derseniz geriye doğru sorun çözülebilir. Yoksa sizin yaptığınız işlemleri kendiniz mutlaka yapın. Hekim kendini korumak istiyorsa hekimin hastasıyla ilgili arşiv tutma yükümlülüğü mutlaka var. Bu hem kendisini ileriki davalarda koruyacaktır hem de aynı zamanda hiçbir hukuki problem olmasa bile hastanın sağlık haklarını koruyabilmesi için ve daha iyi tedavi yapabilmesi için bunlara ihtiyacı vardır. Ben hatırlıyorum mesela bir tanıdığımızın üçer ay arayla yılda bir kere düzenli olarak gittiğimiz kontrol ettiğimiz hastalıklarını her defasında doktorun yeni bir dosya açtığını, öyküsünü sil baştan yeniden sorduğunu, hastaya her kontrole gelişinde  senin ne şikayetin vardı,  ne zaman başladı, ne zaman tedaviye başladınız dediğini biliyorum.

W- Kamuda çalışan hekim, bağlı olduğu İl&Halk&KHB’den kendisinin yaptığı işlemlere ait arşivi hasta gizliliğini de gözeterek alabilecek mi?

Y.Ü.- Alabilir, ama dikkat edin bu kamu kurumu da olsa özel sağlık işletmesi de olsa oradaki davanın size rücu edeceğini görürseniz. Yani hizmet kusuru var diye tazminat davası kuruma yöneltilmiş ve kazanılmışsa, kurum da doktorun tamamen veya kısmen sorum kişisel kusurunun olduğunu düşünüyor veya iddia ederek bu tazminatı kısmen veya doktordan geri almak istiyorsa, doktora karşı bu kurum rücu davası açacaktır.

Şimdi düşünün ki özel hastanenin mütevelli heyeti başkanısınız ya da kamu kurumunun müdürüsünüz; sizin aleyhinize deliller varsa orada manipülasyona da girmek isteyeceksiniz. Vermek istemeyeceksiniz; çünkü ceza davasında kendi aleyhine delil vermeye zorlanmaktasınız. Konu tazminat davası olsa farklı. Ama ceza davası ise kendiniz veya kanuni yakınlarınız aleyhine olan delilleri vermek zorunda değilsiniz. Burada sorun şu;  kuruma karşı da dava açılacak, onunla birlikte doktor da davalı olabilecektir; kurum doktora veya o doktor kuruma rücu edecektir. Bu tür şeyler olabilir. Bu problem çıkmadan arşiv tutmakta fayda vardır. Belki de sisteme entegre biçimde doktorun da kayıt sistemine eşzamanlı erişimi sağlanırsa bu soruna bir çözüm olacaktır.

Burada dört farklı problem çıkabilir. Düşünün ki, öncelikli olarak bir disiplin problemi çıkabilir. Meslek Odasıyla ilgili, eğer kamu görevlisiyse kurumuyla ilgili. Disiplin soruşturması 15 gün içinde başlayacak devam edilecek iki yıl içinde cezasının vermeniz gerekir vs. Kişi o disiplin mevzuatına tabi olacak. Ceza davalarına baktığınız zaman, dava zamanaşımı süresi somut olarak işlenen suçun niteliğine göre değişiyor. Kaldı ki, bir dava zaman aşımı süreleri var bir de ceza zaman aşımı süreleri var. Dava zaman aşımı süreleri bu konuda dava açılması karar verilmesi ve davanın kesinleşmesi gibi. Karar verildikten sonra infaz edip bitirmeniz gerekir. Bunlarda tamamen o suçtan dolayı alınan cezanın miktarına göre değişiyor. Yedi buçuk yıl olanda var 20 yıl olan da var. Dolayısıyla açıp deftere her defasında ne tür bir suçla suçlanıyor bu suçun ne tür bir cezası var ceza muhakemelerinde bu suçun cezası zaman aşımındaki süreye bakmak gerekiyor.

W- Örnek isteyebilirim hocam, dava açmak süresiyle ilgili.

Y.Ü.- Suçun gerektirdiği cezaya göre düzenlenen kanuni listeye bakmak lazım. Şöyle söyleyeyim: genel olarak bir basit suçun dava zamanaşımı süresi ortalama yedi buçuk sekiz yılla başlar, bunun kesilmesi-uzaması için ayrı nedenler vardır, durma halinde zaman kazanılmaktadır o da hesaplanmalı; kanunda yazılı o alt süre özünde uzayabiliyor, suçun gerektirdiği cezaya göre bu toplam süre değişiyor. Özel hukuka giderseniz orada bir ila on yıllık süreler vardır. İdari hukuka giderseniz tazminat süresiyle bunun iki aylık süresi vardır. Tazminat davası açacaksanız özel hukuk mahkemesinde o 1 yıl içinde davayı açmalısınız, bu tazminat davası idare mahkemesinde açılacaksa (örneğin kurumun hizmet hatası-eksikliği nedeniyle) o zaman 60 günü geçirmemeniz gerek.

W- Hukuk davası açılmadan da ceza davası açabiliyor, değil mi?

Y.Ü- Tabii ki açabiliyor. Bunlar birbirine bağlı değiller.  Kasten yaralama suçu diye ceza davası açılırken, bu haksız fiil olduğu için ayrıca tazminat davası da açılabilir.

W- Ceza davaları hekim açısından önem kazanıyor değil mi?

Y.Ü.- Evet önem kazanıyor. Orada da zaman aşımı olarak hekimi değiştirebilme şansı yok yasal olarak sabit bir şekilde düzenlemiş durumda. Önemli olan o tür durumlarda kendini koruyacak delilleri muhafaza etmelidir. Ceza davası bir taraftan zamanaşımı süresi daha fazla ise tazminat davası açma süresini de etkiliyor, diğer yandan ceza davasında mahkumiyet kararı alınırsa, bu bazı açılardan tazminat davasına bakan hakimi bağlayacak ve tazminat davasında doktorun davayı kazanma şansı adeta sıfırlanacaktır.

W-Ameliyat olan bir kişinin teşhisi, operasyon tarihi ve davanın başlama tarihi belli. Bazı konular var dahili bilimlerde kişi hipertansiyon diyabet falan belli bir tedavi süreci gidiyor. Bu tedavi sürecinde hatalar olmuş olabilir. Doktor iyi değerlendirmemiş olabilir. Başka hekim sen iyi tedavi edilmemişsin senin hastalığın iyi tedavi edilmemişsin vb.. aslında buradan kaynaklanıyor, başlama süresi sanırım biraz daha karmaşıklaşıyor, hukukta nasıl netleşecektir.

Y.Ü.-Bütün burada önemli olan şey eylemdir. Hukuk da her zaman somut eyleme odaklıdır. Tazminat davalarında bunun öğrendiği anla ilgili bir süre var bir yıl ama geç öğrenebilir ki o zaman on yıl. On yıldan sonrada öğrenirse önemi yok.

Ceza davalarında öğrenme önemli değil, eylemin ne zaman yapıldığı önemli. Ceza davalarında kişi ve doktor farklı yorumlayabilir, çok sonra öğrenebilir ama önemli olan ne yaptığı nasıl bir kusurlu hareket yaptığı. Çok önce olmuştur 4 yıl 3 yıl sonra öğrenmişinizdir önemli olan zaman aşımına uğramaması. Suç teşkil ettiğini düşündüğümüz eylemin yapıldığı an önemli. Süreyi başlatmak bakımından cezada öğrenmenin kural olarak hiç önemi yoktur. Sadece bazı davalarda bu dikkate alınır. Mesela şikayet hususu; sizin şikayete bağlı bir suçu için 6 aylık bir süreniz var. Bu eylemi kimler yaptığı ile ilgili bilgiyi öğrendiğiniz andan itibaren altı ay içinde işlem yapmanız gerekir. Şikâyet dava değildir dava açılması için savcıyı harekete geçirdiğiniz bir cezalandırma isteği söylemidir. Burada belirli bir süre vardır.

W-Şimdi sevgili hocam daha önce konuştuğumuzda olay ile ilgili büyük bir sıkıntı olduğunu daha önce konuşmuştuk; onamı maktu bir evrak gibi almaları doğru değildi. Bazı hastanelerde sözel olarak kamera karşısında aydınlatılmış onam alıyorlar. Bu geçerli midir?

Y.Ü.-   Dikkat etmek lazım, kişileri buna zorlamamak gerekir. Kişi istemediği halde onu kameraya alırsak hem hak gaspı işlemiş oluruz özel yaşamı ihlal etmiş oluruz cezai yaptırım da söz konusu olabilir. Sözlü onam olmaz diye bir kural yanlıştır. Kural olarak da yani hukuk mevzuatında çok büyük kısmı zaten sözlüdür. Yazılı olarak arandığı haller çok azdır mevzuatta dört beş tane vakayla karşılaşıyoruz. Ancak sorun şu, bunu yaptığınız yerde aydınlattığınızı ve onay aldığınızı ispatlamanız gerekiyor. İspat konusunda yazı daha güvenceli olabiliyor. Onun için yazılı almak güvence bakımından önemli ayrıca matbu olmaz demekte yanlış matbu olması yararlıdır ama tek başına güvence sağlamaz. Yoksa kredi kartlarında olduğu gibi çok fazla şeyi tutup küçük puntolarla kişiyi ayak üstü bu bir formdur bunu imzalamanız gerekir diyerek sizden de imza almam gerekir deyip aydınlatmamışsanız alınan imzanın da bir anlamı olmayacaktır.

Onam bir sorumsuzluk sözleşmesi değil.

Onam bir haktan vazgeçiş değildir.

Onamı alırsınız ama hukuka aykırı bir müdahale yaparsınız sonuçta hukuka aykırı olur. Dolayısıyla onamda yetkili uzmanlık raporu gibi koşullarda gerekiyor. Endikasyon da gerekiyor ama standarda uygun bir halde gerekiyor ve onamı yaptığınızı da hakime inandırmanız gerekir. Bu yüzden matbu ise olsun matbu yararlıdır matbu birçok şeyi bize hatırlatır. Ama mutlaka orada ayrı bir sayfa ayrı bir bölüm açıp o hastaya yönelik bilgilere yer vermek gerekir. O zaman daha geçerli, inandırıcı olur. Çünkü yeterince aydınlatılmadım sadece ayaküstü benden imza aldı diyebilirler. Çok sonra aldılar işlem bitti bunu bana imzalattılar. Ağzımda hortum vardı dişçi koltuğundaydım bana getirip imzalattılar diyebilir. Bunlar yaşanan şeyler, olabiliyorlar. Dolayısıyla hastaya özgü bilgilere yer vermek hastanın oraya okudum, anladım demesi daha inandırıcıdır. Burada bir ispat aracını hakime sunuyorsunuz.

W- Tutanaklarda olduğu gibi bir üçüncü kişi de olması gerekir mi? Hemşire ya da başka bir doktorla beraber bu kişiye anlattık….

Y.Ü.-  Bu savunmalarınızı çok güçlendirir, ama şart değil doktorun imzası tek başına yeterlidir. Önemli olan  onamı aldığınız kişinin ehliyeti olması değilse kanuni temsilcisinin imzasının alınması. Onu nasıl aydınlattığımız önemli, hem onam olmalı hem de bunu ispatlayabilmeliyiz. İkisinin bir arada olması gerekir.

W- Sağlıktaki artan bir şiddet var o kesin ve maalesef ölümlerde oluyor. bununla ilgili ne söyleyebiliriz. Bu şiddetin bir kaynağını saptamak mümkün mü? Vatandaşların bu konuda bilgi eksikliği mi var? Normalizasyon mu oldu insanlar kafasında doktora ya da sağlıkçıya saldırmak olağan birşey mi?

Y.Ü.-  Aslında birçok etken var; bunların izleri olan farklılık içeren çeşitlilikte de  bir çok olay var. Türkiye’de şiddet bir kültür haline gelmeye başladı. Kadına, çocuğa şiddet nasıl büyük bir problemse sağlıkta da şiddet böyle büyük bir problem. Bununla ciddi bir şekilde mücadele etmek için bir siyasi irade gerekiyor. Ama sebepleri çok farklı bu anlamda şiddete uygulanan yaptırımların öldürme olayları dışında çok caydırıcı olmadığını söylemememiz gerekiyor. Evet ceza kanununu açtığımız zaman bir yaptırım var. Ama o cezanın uygulanmasını engelleyen mekanizmalar da çok fazla. Bunların önüne geçmek gerekiyor.

İkinci olgu güvenlik yani şiddet bir olguysa ve siz ona müdahale etmiyorsanız o zaman güvenliği sağlayacak mekanizmalarda geliştirmeniz gerekiyor.

W- Gözlemim kurumların hukuk birimleri nispeten zayıf ve vakalarda sağlıkçıları mahkemede temsilen kurum avukatları eşlik etmeyebiliyor, hatta  bakıyorsunuz  meslek oda ve sendikalarda bazen sadece 1 avukat bulunabiliyor, zafiyet nerededir?.

Y.Ü.- Çoğu kez avukat yardımı almak gerekiyor; ama bence sorunu dernek ya da odalara terk etmek yerine, esasen bu kurumların bunları yapmaları güzel birşey ama onlara bırakmak yerine, belli sayıda çalışan doktorun çalıştığı kurumlara mutlaka belli sayıda avukatı yükümlü kılmak gerekir. Özellikle alanda tecrübesi olan avukatlardan olmalı.

W- Bir devlet hastanesinde yüz tane hekim var diyelim, bu yüz hekim kendi aralarında sadece bu konuya özgü olarak bir avukatla anlaşabilir mi?

Y.Ü.- Hiçbir sorun yok. Bir kurum oluşturabilir o kurum kendisi sağlayabilir. Avukata parayı kim ödeyecek nasıl ödeyecek o ayrı bir konu. Ama bir hukukçu hizmetinden yararlanmak her zaman önemli kaldı ki birçok baro bu durumda olanlara aynı şekilde kadına karşı şiddette de görüyoruz çocuğa karşı şiddette de görüyoruz barolar zaten adli destek veriyorlar. Barolardan istemeniz lazım. Baroların bir kısmında gerçekten çok tecrübesiz mesleğin başındaki avukatlardan destek alınıyor çünkü çok tecrübeli, ünlü avukatlar bu davalara girmiyor işin maddi boyutu olduğu için ama istersen avukatı değiştirme hakkın var. Hem kurumdan hem barodan destek alınabilir.

Dediğim gibi bazı kurumlara güvenliği artırma ya da şu kadar sağlık mensubunun çalıştığı yerde belli sayıda avukatın çalışma zorunluluğu getirilebilir. Önemli olan önleyici faaliyetler. Onun için çok ciddi bir şekilde toplumu eğitmek gerekiyor. Nasıl kadına karşı şiddet bu kadar tavan yapmış birçok Avrupa ülkesine göre kıyaslanamayacak bir boyuttaysa inanılmaz bir boyuttaysa maalesef sağlıkta da böyle. Bu bilinci artırmamız gerekir ama eğitim çok çok önemli ama sadece eğitim yeterli değil hukukla yüzleşmeli bu şiddete başvuran kişi. Türkiye’de çok fazla böyle olmuyor maalesef.

W- Meslektaşlarımızdan “sağlıkçılar sizi boşuna öldürmüyorlar!…” ifadelerini bana aktarmaları inanın bizleri şok ediyor, bu son nokta mı oluyor?

Y.Ü.- Burada gerçekten hukukun işlemeyeceğini ya da işlese de gerekli sert bir cezaya çarptırılmayacağının hakim düşüncesi sıkıntı yaratmaktadır. Siz bir hemşireyi yahut bir doktoru çok ağır bir şekilde döveceksiniz bir batı ülkesinde elinizi kolunuzu sallayarak rahat bir şekilde gezebileceksiniz! Bu mümkün değildir. Yasalarda sadece belli suçların kanunlarda yazan cezalarına bakmamak gerekiyor. O cezaların uygulanabilirliğine etkinliğine ve o mekanizma nasıl işliyor, gerçekten polis sizin şikayetinizin peşine ne kadar düşüyor bu da çok önemli. Sağlık mensuplarının kendi problemlerine sahip çıkmaları gerekir. Beni uğraştırmayın diye açılan bir davaya katılmıyor. Hakimin o kadar tebligatına rağmen o davada taraf olmuyor. Davaya katılmazsanız, olayı gidip orada anlatmazsanız hakimde doğal olarak ya taraflar kendi aralarında anlaştılar ya da şikayet olmayınca delil gelmez hakim de şüphe üzerine hüküm kuramaz insanları beraat ettiriyor. O zaman da bu adamlar nasıl dışarıda geziyor deniyor. Yapıyor ve yanına kar kalıyor anlayışı topluma yerleşince hukuktan korkmayan çekinmeyen bir toplum oluşuyor. Siz Hukukun bu anlamda insanların hukuka aykırı durumlarda bağlayıcı bir durum olmadığı mantığıyla yaklaşınca bir hukuk kültürü oluşmuyor.

W- Hukukla ilgili toplumda yerleşmiş olan algı karşımıza çıkıyor, nasıl olacak?

Y.Ü.-  Algıyı değiştirmek gerekir. Ama algı boşuna oluşmuş bir algı değil bu algının oluşmasını sağlayan bir pratik var. En önemlisi yargı pratiğini değiştirmek gerekiyor.
Gece saat ikide birisi sizi rahatsız ediyor ve siz polisi aradığınızda iki dakika sonra gelip o sorunu çözmüyorsa hukuk devleti burada çok iyi işlemiyor demektir. Aynı vatandaşımız uçağa binip bir buçuk saat sonra batı ülkesinde kanun dışı hiçbir şey yapamazken burada istediğini yapıyor ve siz ona hiçbir şey söylemiyorsunuz. Aynı maddeleri uyguluyoruz aynı kanunları uyguluyoruz demek ki bizde uygulamada bir sorun var. Kâğıt üzerinde kalıyor bunlar uygulamaya geçemiyor. Adli mekanizmalar vatandaşların rahatlığı için kanunu-hukuku işletmeyebiliyor.

Algıyı da düzeltecek olan bence yargı uygulamasıdır. Gerçekten eğer çevre düzenlemesiyle ilgili yada sağlıkla ilgili kural koyuyorsanız önce devlet olarak bu kurala benimsemeli ve takipçisi olmalıdır. Devlet koyduğu kuralların takipçisi olmazsa trafikte de sağlık ta da yaşamın diğer alanlarında da herkes kendi kuralını işletiyor. Çünkü burada devletin bir uzvunu bir organını göremiyor onunla temas etmesi lazım vatandaşın. Siz bir hukuk devletinde yaşıyorsanız sağlığında trafiğinde güvencede olduğunu bilmeniz gerekir. Öbür türlü güvenliğinizi kendiniz sağlıyorsunuz. Gece orada nöbet tutan bir hemşireyi ya da bayan doktoru gece orada yalnız olmadığını hissettirmeniz lazım. Butona bastığında anında oraya polisin geleceğini ve o kişinin can güvenliğini koruyacağını ve o gelirken bir iki dakikada birşey olmuşsa hesabını soracak bir devletin olması gerekiyor.

W- Paylaşımınız ve katkılarınız için şükranlarımızı sunarız.