Ana Sayfa Görüşler Toksikolog’luktan, Entellektüel Bürokratlığa, Girişimciliğe-I

Toksikolog’luktan, Entellektüel Bürokratlığa, Girişimciliğe-I

W- Sayýn Seyfullah Bey, sizi tanýyabilir miyiz?

SD- Tabii. Týp doktoruyum. Farmasötik toksikoloji alanýnda doktora yaptým. Türkiye’de toksikoloji konusunda akademik faaliyet göstermiþ ilk týp doktoruyum sanýrým. Nasýl oldu bu peki, oraya geleyim. Öyküsü biraz enteresan. Göreve önce hýzýr acilde baþladým. Hýzýr acilden sonra zehir danýþma merkezine geçtim ama oraya geçiþimin hikâyesi ilginç biraz. O dönemde uzmanlýk meselesi her pratisyen hekimin kompleksiydi. Deniyordu ki, hýfzýssýhhanýn içinde zehir danýþma merkezi diye bir yer var, merkezde nöbetler vs. oluyor tabii ama mesai esnasýnda dahi defterinizi kitabýnýzý açýp TUS’a çalýþabilmenizin nispeten mümkün olduðu bir yer. Orada öyle bir imkân olmasýndan hareketle müracaat ettim. Merkezin de tabii yabancý dil gibi bazý kýstaslarý vardý. Velhasýl orada çalýþmaya baþladým. Orada iþe baþladýðým sýrada baktým ki herkes yoðun bir faaliyet içerisinde: doktora yapabilmek. Bunu özellikle erkekler için söylüyorum çünkü sýrada askerlik var ve askerliðin ertelenmesini saðlayacak en kolay yollardan biri de doktora yapmak. Ben de bu yoðun faaliyete dâhil oldum tabii ve eniþtem biyokimya uzmaný olduðu için, beraber de çalýþýrýz düþüncesiyle o alana yöneldim. Gazi Üniversitesi Biyokimya doktora programýna müracaat etmek için dilekçemi yazdým, Saðlýk Bilimleri Enstitüsü’ne verdim. O sýrada baktým, orada toksikoloji ile ilgili bir þeyler yazýyor,  sordum hemen, doktora programý  açýldý dediler. Zehir danýþma merkezinde çalýþtýðýmý söyledim, acaba iþime bir faydasý olur mu diye düþündüm. Bölüm baþkanýyla görüþmemi söylediler, yeri de yakýndý, gittim görüþtük. Aslýnda toksikoloji bölümü, Eczacýlýk Fakültesi bünyesinde ama bölüm baþkanýnýn entelektüel kimliðini sevdim ve iyi bir elektrik de aldým. Ve O da sýcak baktý konuya; sýnavý verdikten sonra olabileceðini söyledi. Hem toksikolojinin multi-disipliner bir dal olduðunu ve bir týp doktorunun katkýsýnýn olacaðýný belirtti. Ben bu görüþmeden sonra yüzde ellinin üzerinde bir ihtimal olacaðý izlenimi aldým. Ve biyokimya doktorasý müracaatý için hazýrlamýþ olduðum dilekçenin baþlýðýndaki biyokimyanýn üzerini çizip yerine farmasötik toksikoloji yazdým.

W- Gerçekten ilginç, dilekçenize ne oldu?

SD– Dilekçem kayýtlarda duruyorsa aynen dediðim gibidir. Velhasýl macera da bu þekilde baþladý. Doktoraya baþladýktan 3-4 ay kadar sonra, TÜBÝTAK burslarýyla ilgilendim. O dönemde TÜBÝTAK burslarýnda da özellikle kamu personeline yönelik bir teþvik söz konusuydu. Hani yurtdýþýnda edindiði deneyimleri, gelip buraya da aktarabilecek konumlar da isteniyordu. Ben de TÜBÝTAK bursuyla çok doðru bir seçim olduðunu düþündüðüm Londra zehir merkezine müracaat ettim ve onay aldým. Bu arada Londra’da Surrey Üniversitesi vardý, Londra’nýn güneyinde bir üniversite. Bu üniversitenin Robens Enstitüsü’nde genetik toksikoloji bölümü vs. vardý ve benim hocam da genetik toksikoloji ile uðraþýyordu. Bu sýrada TÜBÝTAK bursunu kazandýðým haberi geldi. Ayný anda da, Avrupa Komisyonu burslarýna müracaat etmiþtim. Hep bir Ýsveç hayalim vardý ve bu komisyon bursu dâhilinde Ýsveç’le yazýþtýk. Ve o sýrada Ýsveç zehir danýþma merkezi baþkaný, ayný zamanda Avrupa Klinik Toksikologlar Derneði’nin baþkanýydý. Velhasýl ben Londra’ya gidip geldim bu arada. Askerlik de ertelenmiþ oldu tabi böylece, yani amacýma ulaþtým aslýnda. Askerlik erteleme amacýyla baþlamýþ olsam da, bu akademik ve enternasyonal kulvarýn içine de girmiþ bulundum ayný zamanda. Aslýnda buradaki zehir danýþma merkezinin yapýsý da uluslararasýydý; madden hýfzýsýhhanýn içerisinde olsak da, manen aslýnda uluslararasý bir ortama dâhildik. Velhasýl Londra’yla devam etmek gerekirse, dönünce Ýsveç’ten de burs geldiðini gördüm. Bu sýrada da Londra’daki hocamý buraya davet ettim ve o zamanlar Ýstanbul ve Ankara’da, akademik çevrelerde, ses getiren birçok toplantý düzenledik. Ben yirmi yedi yaþýndaydým o zaman ve kendimi çok keyifli bir ortam bulmuþtum. Yani binlerce dahiliyeciden biri olmaktansa ilk klinik toksikolog olmak çok daha iyidir diye düþündüm.

W- Bir de ilk olmanýzýn özelliði var, yurtdýþýnda nasýl?

SD- Ayný zamanda da þunun farkýnda vardým Ýsveç’te ve Londra’daki çalýþmalarda; akut zehirlenmelerin tedavisinde uzmanlaþmýþ hekimler var ve bu hekimler bazen anestezi bazen klinik farmakoloji vs. altyapýsýna sahip, bazen dahiliyeci bazen çocuk uzmaný oluyorlar. Bu hekimler akut zehirlenmelere yönelik özelleþiyorlar ve tedaviyi üstleniyorlar.

W- Bu noktada size katýlmak isterim; Sahaya çýkan her hekimin en büyük korkusu, ilaçtan olabilir ya da bilinmeyen bir sebepten olabilir ama zehirlenmelerden dolayý gelen hastalardýr.

SD- Aynen öyle. Ve zehir danýþma merkezinde bizim yaptýðýmýz iþ de oydu zaten; telefonla konsültasyon iþi yapýyorduk. Dünyayla bütünleþmiþ bir sistemimiz vardý, uluslararasý olarak sürekli güncellenen bir programýmýz vardý.

W- Seyfullah Bey  hangi yýldan bahsediyoruz tam olarak?

SD- Sene 1990. Telefonla konsültasyon konusuna devam edersek, bahsettiðim sistemden aldýðýmýz destekle beraber, herhangi bir yerdeki herhangi bir zehirlenme türüne karþý telefonla danýþma saðlýyorduk. Hekimler bize telefon ederdi ve bizde neyi yapýp neyi yapmamalarý gerektiðine dair bilgi saðlardýk. Bu konsültasyon hekimler için çok rahatlatýcýydý. Bu durum giderek neredeyse bir adli zorunluluða dönüþtü. Bir de bizdeki uygulamanýn þu yönü vardýr, hekimler bizim yaptýðýmýz uygulamanýn bir yönünü öðrenmiþ olsalar bile, dosyayý yazma yükümlülüklerinden dolayý da telefon edebiliyorlardý. Bu durum tabii iþin tutmasýný saðlamasý bakýmýndan iyiydi ancak iþin bürokratik bir gereksinim haline getirilmesi bakýmýndan gereksiz bir yüktü. Böyle de bir süreç yaþadýk ama ben oradaki iþi severek yapýyordum. O dönemde bir yandan da, Tabipler Birliði’nin düzenlemiþ olduðu iþyeri hekimliði kurslarýnda toksikoloji dersi vermeye baþladým. Ankara Üniversitesi Adli Týp Enstitüsünde Akut Toksisite konusunda Doktora dersi verdim. Bununla beraber hikâyenin parçalarý aþaðý yukarý tamamlanmaya baþlamýþ oldu. Toparlamak gerekirse, macera böyle baþlamýþ bulundu aslýnda ama ben giderek genetik toksikolojiye kaydým. Ve þunu fark ettim; en küçük canlý birimi olan DNA’yla ilgili hasar oluþturan durumlar var ve sürekli hasar, sürekli tamir durumu var; bu hasar-tamir dengesinin, hasar lehine bozulduðu durumlarda kanser ve diðer patolojik hastalýklar ortaya çýkýyor ve bunu azaltýp tamir lehine çevirmek mümkündü. Nasýl peki? Ýþte tam 20 yýl sonra, þimdi konuþtuðumuz gibi antioksidanlarla… O dönemde bu konu üstüne çok keyifle çalýþtýk; doktora çalýþmalarým dâhilinde de bu konuya eðildim ve doktora sonrasýnda Ýtalya’da Pisa Üniversite’sinde Genetik Departmaný’nda ayný çalýþmalarý yürüttüm.  1996 Farmokoloji Kongresi’nde bir bildiri sundum ki zannedersem bu konuda Türkiye’deki ve hatta belki de dünyadaki ilk bildiridir. Bu bildiride DNA doktorluðundan bahsettim. Bu konu þu açýdan sürpriz deðildi; dünyada toksikoloji hele bir de genetik toksikoloji ile uðraþanlarýn sayýsý çok azdý. Ve insanlarýn farklý bakýþ açýlarý vardý. Mesela biyolog olanlar, arabalarda kullanýlan kurþunlu benzinden dolayý yol kenarýndaki bitkilerin yapraklarýnda biriken zehirden dolayý, bitki yapraðýnýn DNA’sýndaki hasarý araþtýrýyorlardý; baþka bir meslek grubundan olan da baþka þeyle ilgileniyordu. Ve tabii ben de kendi bakýþ açýmý getirdim. Fark ettiðim þey ise þu oldu; kiþiden kiþiye deðiþen bir hasar riski var ve bu, maruz kaldýðýnýz þeylere, kendi kiþisel öykünüze, genetik mirasýnýza, diyetinize, yaþam alýþkanlýklarýnýza, mesleðinize gibi birçok faktöre baðlý olabiliyor. Ve bunlara baðlý olarak da her antioksidan her þeye iyi gelmiyor. Mesela bazý antioksidan türleri belli þeylere iyi gelebilirken, belli þeyleri tetikleyebiliyor; örnek vermek gerekirse C vitamini bazý durumlarda bir prooksidan etkisi yaratabiliyor. Bu noktada da neyin kime yaracaðýný konuþmak gerekiyordu. Ve ben de bununla ilgili bir test sistemi üzerinde çalýþmaya baþladým. Ýlk olarak, ayný tansiyon ölçmek konusunda olduðu gibi bunun normali nedir sorusunu araþtýrdým ve dolayýsýyla normalden sapmalar olduðunda, hangi hastaya, hangi antioksidanlarý, hangi dozda, hangi doz aralýðýnda vermek doðrudur sorusuyla uðraþmaya baþladýk. Þimdi mesela televizyonlarda günde þu kadar C vitamini alýn, þu kadar gün süreyle kullanýn, þu gün baþlayýn, þu gün bitirin, þunla kombine edin ya da etmeyin þeklinde dinliyoruz. Çok basit hepimiz biliyoruz mesela süt ve demir beraber kullanýlmaz.

W- Çay-metilksantin içinde olmalý sanýrým mesela demirin etkisini azaltýr, haklýsýnýz.

SD- Evet. Mesela bir de multivitamin dediðimiz bir þey var; içerisinde her çeþit þey oluyor, onlar kendi aralarýnda birleþiyor, bir bölümü böbreklere oturuyor.

W- Yani bu multivitaminler zararlý mý yararlý mý sorusu ortaya çýkýyor deðil mi?

SD- Evet, aynen öyle. Ben bu konuyu dair objektif bir test sistemi geliþtirmekle çok uðraþtým. Bir baþarý da elde ettik ama hem çok maliyetliydi hem de hýfzýssýhha koþullarýnda o anki algý ve donaným yeterli deðildi. Bir de standardizasyon konusunun kendi içindeki problemi var; test koþullarý her seferinde çok deðiþken olabiliyor, mesela odanýn ýsýsý çok etkiliyor vs. Dolayýsýyla her zaman bir kontrol barýndýrma zorunluluðu var. Biz oradan, toplumun %60-70’ine iyi gelebilecek birkaç tane antioksidan tipi, dozu, doz aralýðý önerisine doðru kaydýk ama bende de bununla ilgili usanç oluþtu. Bu arada da tabi tüm dünyada kongreler oluyor ve dünyada bu konuyla uðraþan 100-150 kiþi var. Bir yerde toplanýyor bu kiþiler ama kimse kimseyi dinlemiyor çünkü herkes kendi baþarýsýný anlatmakla meþgul. Orada bu iþin seyircisinin olmadýðý izlenimini edindim. Tam bu düþüncemin oluþtuðu sýralarda bir arkadaþým Ýlaç Eczacýlýk Genel Müdürü oldu ve tebrik etmeye gittiðimizde bana iþ teklif etti ama ben idari bir görev kabul etmek istemediðimi, akademik formatýmýn bozulmasýný istemediðimi söyleyip teklifini reddettim. Kendisine baþka bir arkadaþ bulacaðýma dair söz verdim ve gerçekten çok deðerli bir arkadaþýmýzý oraya önerdik. Ama iki gün sonra beni buradan kurtar þeklinde telefonlar gelmeye baþladý arkadaþýmdan ve oradan çýkabilmesi için pazarlýk yapmak zorunda kaldýk, benim oraya gitmem gerekti. Ve Ýlaç Eczacýlýða bu þekilde girmiþ oldum. Tabi ben üç ay kalýp dönerim þeklinde hesap yapmýþtým baþta ama öyle olmadý, üç ay diye gittiðim yerde altý buçuk sene kaldým.

W- Ýlaç Eczacýlýk Genel Müdürlüðündeki  sorumluluk alanlarýnýz nelerdi?

SD- Ýlk baþladýðýmda Ruhsat Daire Baþkanýydým. Þimdi þunu da belirtmek istiyorum, enteresan aslýnda. Bu bahsettiðimiz dönem toplamda sadece son on yýlý kapsýyor, dolayýsýyla çok hýzlý deðiþimlerin yaþandýðýný görüyoruz. Hýfzýsýhhadayken distile su istiyordum gelen suyun içinde yapraklar yüzüyordu ya da elektroforez yapacaksýnýz, elektriðin regülasyonunu tam 220 volta sabitleyene kadar akla karayý seçiyordunuz. Arkasýndan Ýlaç Eczacýlýða gelince baktým ki burada iþler hep prosedür üzerinden ve orada da bir izlenim oluþtu bende; þöyle ki çok basit birkaç atraksiyonla, o dönemde bütün ilaç sektörünün üzerinde durduðu birkaç konuyu çok rahat çözebilirdik. Gider gitmez bir kâðýdý ikiye böldüm ve birine sorun diðerine çözüm yazarak hem Ýlaç Eczacýlýktaki arkadaþlara, hem de sektördekilere daðýttým. Böylece ana sorunlarý yaklaþýk bir hafta içerisinde anlama imkâný doðmuþ oldu. Ondan sonrasý zaten kolaydý: bir aksiyon planýyla ilerlemek. O dönemde çalýþmýþ olanlar hatýrlayacaktýr, sorunlardan bir tanesi dosyalarýn ilerlemesinde þaibe olduðu, bakanlýðýn yanlý davrandýðýyla ilgiliydi. O zaman en önemli þeylerden birinin þeffaflýk olduðunu anladýk ve  bir web sitesi kurduk.  Bu web sitesi ilkti; iegm.gov.tr. Tabii o dönem bütçe yok ve bir ilaç firmasýnýn baðýþýyla,   bilgisayar konusundaki bilgi becerisini fark ettiðim arkadaþlarýmdan biriyle bir sunucu kurduk. Sonrasýnda dosyalarý yakaladýðýmýz yerde kayýt altýnda aldýk ve hepsini þifreledik. Bu þifreleme iþleminden sonra her firmaya kendi ürünlerinin þifrelerini verdik ve hepsini internet adresinden kolayca izleyip durumlarýný görebileceklerini ve kendileriyle beraber kim olduðunu bilemeseler de önlerinde, arkalarýndaki isimleri de görebileceklerini söyleyerek hepsinin sýrasýný yine adres üzerinden ilan ettik. Bir haksýzlýk olduðunu düþündükleri anda gelip müdahale edebileceklerini söyledik. Bizim isteðimiz aslýnda isimlerin açýk ilan edilmesinden yanaydý ama sektörün o gizlilik fikrine saygý duyduk. Bu sunucunun faydasý ise þöyle oldu; durumu ölçebildiðimiz için müdahale etme þansýmýz oldu. Mesela içerideki dizayna baktýðýmda adaletli olmasý açýsýndan þöyle bir dosya daðýtým sistemi geliþtirdiklerini görmüþtüm; beþ tane arkadaþýmýz varsa her birine ‘x’ komisyonu ile ilgili ikiþer dosya, ‘y’ komisyonuyla ilgili ikiþer dosya, varyasyon iþiyle ilgili üçer dosya, ruhsat  kesme iþiyle ilgili de üçer dosya verilmiþ. Ama sorun þu ki hangi iþten kaç tane var, kaç tane ruhsat kesimi bekleyen var kimse bilmiyordu. Daha ötesi, insanlar da ellerinde kaç tane iþ olduðunu bilmiyordu. Bu durumda komisyonlarý ayrýþtýrýp çalýþan arkadaþlarý bunlarýn baþýna getirip biraz da yetkilendirirseniz sorun çözülür ve öyle de yaptýk. Biz bu uygulamaya geçmeden önce daire baþkaný tüm bu iþleri hallediyordu ve bir gün içerisinde yüzlerce dosyayla tek kiþinin ilgilenmesi durumunda iþin verimli olmasý beklenemezdi tabii. Bu yüzden belirttiðimiz güvene dayalý sisteme geçtik ve bir görüþme formatý belirledik. Mesela dosyalar kayboluyordu ve þöyle bir düzenleme getirdik; her komisyona ayrý bir renk belirledik ve farklý komisyonlarýn dosyalarýný birbirinden ayrýþtýrmýþ olduk ve karýþýklýk da engellenmiþ oldu. Bu dosya renkleri konusunda bir de anekdot anlatayým size. Hala konusu yapýlýr bu komik olayýn; konumuz biyoeþdeðerliðin renginin neden turuncu olduðuna dair ki hala da öyledir. Þimdi þöyle olay; biyoeþdeðerlik komisyonu baþkaný Yýlmaz Çapan hocamýz vardý ve sürekli ‘Orange Book’a atýfta bulunurdu. Hangi komisyonun ne renk olacaðý konusunu konuþurken, biyoeþdeðerliðin ‘Orange Book’ hatýrýna turuncu olmasýna karar verdik ve hala da öyle devam eder. Kurduðumuz sisteme geri dönecek olursak, ben içerden, dosyasýný veren bir kiþinin on iki ay sonra ruhsatýný alabileceðini görüyordum. Þimdi þu konudan bahsedeyim bir de, bilgisayar Ýlaç Eczacýlýða nasýl girdi? Çok enteresan bir konu bu da. Bir tane elektronik daktilo var ve bütün eczacý arkadaþlarýmýz yazýlarýný tükenmez kalemle yazýp o daktiloya gönderiyorlar. Tabi bütün bölümlerden yazýlar geldiði için ister istemez on beþ gün bekletiliyor yazýlar ve sonra yazýlýyor. Tabii Latince de olduðu için yazýlarda, eczacý arkadaþ  kontrol ediyor yazýlaný ve kesin hata çýkýyor; tekrar düzeltiliyor yazý, geri gönderiliyor ve on beþ gün daha bekliyor. Sonuç olarak bir yazýnýn tüm bu süreçlerden geçip düzenlenmesi aþaðý yukarý bir ay sürüyordu. Toplamda altý komisyon var, her komisyondan iki yazý çýktýðýný düþünürsek bir yýl sadece daktilo edilmeyi bekliyordu yazýlar. Biz de, ilaç firmalarýndan destek alarak bir bilgisayar kursu organize edilsin dedik ve arkadaþlara isteyenlerin katýlacaðýný söyledik. Bir de bilgisayar baðýþý istedik ve onu da kabul ettiler. Ben de bilgisayar kullanýmýný geliþtirebilmek için, ‘Word’de yazý yazabildiðini gösterene bilgisayar vereceðimi söyledim ve verdik de. Böylece yazýlarýn daktiloya gönderilmesinin bitmesiyle iþi hýzlandýrmýþ olduk. Bu arada da yaz aylarý geldi, inanýlmaz bir sýcak vardý ve bizim komisyonlar devam ediyor. Firmalardan biri gelip iyi iþ çýkardýðýmýzý söyleyip nasýl bir katkýlarý olabileceðini sorduklarýnda, komisyon odasý için klima istedik. Sonra bu klima iþi yanlýþ anlaþýldý, ben kendime almýþým gibi oldu ve olay büyüyüp genel müdüre de yanlýþ þekilde yansýtýldý. Olay büyünce ben istifa edeceðimi söyledim ve hatta istifa dilekçesi de býraktým ama sað olsun idari ve mali iþlerden sorumlu arkadaþým benden habersiz yýrtýp atmýþ istifamý. Velhasýl zaten yýllýk izin dönemime denk geldi bu durum ve artýk gitmeyeceðimi söyledim. Sonrasýnda iþin aslý anlaþýldý ama ben dönemeyeceðimi belirttim. Çünkü gerçek anlaþýlana kadar benim açýmdan kötü bir dönem oldu; ben daire dýþýndayken klimanýn söktürülmesi gibi olaylar oldu mesela. Velhasýl artýk oraya gitmeyeceðimi söyledim ve beni kalite kontrol dairesine almayý önerdiler. Kabul ettim ancak bir yandan da kafamda akademiye geçme fikri vardý. Bu fikirle ilgilenirken patent ve fikri haklar konusunda inanýlmaz bir yoðunluk baþladý. Ben de Brüksel ve sonra da Dünya Ticaret Örgütü’ne Türkiye temsilcisi olarak katýldým. Orada da aslýnda gerçekten bir haksýzlýk olduðunu düþünüyorum. Bizim yapý da henüz ne olduðunu anlamamýþtý, ve bu sefer o iþin içerisine girmiþ bulundum ve doðru bir duruþ sergilemiþ olduðumuza da inanýyorum. Amaç bir yandan da, tabii ki bizim ilaç sanayimizin de AR-GE yapmasý ve ilk adýmlarý atmasýydý ama bir anda hazýrlýksýz olarak yakalanmasý da ilaç sanayiini daðýtabilirdi.

W- Ben burada AR-GE konusu açýlmýþ olduðu için bununla ilgili bir soru sormak istiyorum. Ülkemizin AR-GE’yi yapamamasýnýn temel sebebi bütçeyle mi ilgili , teþviklerin az olmasý mý yoksa uzmanlýk -bilgi(knowhow) yetersizliði konusundan mý kaynaklanýyor?

SD- Bence formattan kaynaklanýyor. Ýlaç sanayi ilk olarak distribütörlük gibi kuruldu, mesela uluslar arasý  büyük bir firmanýn distribütörlüðünü aldý ve sonra pazarladýðý ilacýn jeneriðini yaptý.  O yüzden hekim, eczacý, istihdam etme vs. konularý da geliþemedi, bakarsanýz aslýnda bir on yýldýr var bunlar. Bir de þöyle bir durum var; üniversiteyle ilaç endüstrüsü arasýnda büyük bir kopukluk vardý. Çünkü o dönemde üniversitede olmak, yani akademik kimliðe sahip olmak entelektüel olmak demekti ve para kazanmak üzerine kurulu bir kolla ayný kare içerisinde olmasý baðdaþtýrýlamýyordu. Bu durumun bir de akademik boyutu vardý tabii, mesela merhum Saðlýk Bakaný Mehmet Aydýn fiyat kararnamesiyle ilgili çok doðru bir düzenleme yapmýþtý. 1983 ya da 84 yýlýydý bu kararname düzenlemesi yapýldýðýnda ve ilaç sanayisinin önünü açtý. Ýlaç ile ilgili görünen tek yapý Ýlaç Eczacýlýk’tý ve onun da reaksiyonel bir formatý vardý, yani þöyle bir durum, siz bu ilaç mý diye sorarsýnýz, Ýlaç ve Eczacýlýk Genel Müdürlüðü de “evet” ya da “hayýr” diye cevap verir ya da onayladýnýz mý diye sorarsýnýz, o “onayladým” ya da “onaylamadým” þeklinde cevap verir. Þimdi böyle bir yapýnýn içinde elini taþýn altýna koyup da Türk sisteminin sorun ne, neler yapýlýr þeklinde bir misyon normalde, dizayný gereði beklenmez. Ancak bunun içinden entelektüel eðilimi, bireysel duyarlýlýðý olan ve fikir iþçisi diyebileceðimiz insanlarýn biraz da rastlantýsal gözlemi sonucu duyacaklarý kiþisel kaygýlar sonucu aksiyon almalarýyla gerçekleþecek bir durumdu. Sanayi Bakanlýðý ile zaten kopukluk vardý; çünkü kurumlarýn birbirleriyle iletiþim kurmasý, bakarsanýz 2000’li yýllarýn baþýnda gerçekleþmiþtir.   O yüzden Sanayi Bakanlýðý’nýn ilacýn fiyatýný bilmesi söz konusu deðildi, sadece ilaç üzerinden bir çeþit teþvik ya da sübvansiyon saðlanmasý mümkündü ama bu durum bence yanlýþtý. Ýki boyutu var böyle düþünmemin; ilk olarak saðlýk bütçesinin içinden büyük bir para endüstri geliþtirmeye veriliyor ve ikincisi bu bir koþula baðlanmýyor. Bu durum en baþýnda eþdeðer ürününün maliyeti baz alýnarak normal jeneriðin %30-35’i, en fazla 60-70’i ve AR-GE için %30 ve ihracat için %20 daha þeklinde dizayn edilmiþ olsaydý iki tane getirisi olurdu. Ýlki dünyayla daha rahat rekabet ederdik ve ikincisi ayrýlan parayý kullanarak AR-GE yapýp büyümeye ya da ihracat yapýp ilerlemeye olanak tanýnýyordu ya da hiçbirisini yapmayýp yalnýzca %35-40 alabilirdiniz. Ýçerde orijinalin %80-90’ýný alýrken, %40 alabilmek için Dünyada kavgaya girmek mantýklý deðil.

W- Macera aramaya gerek yok! burada kazanýlan fon ulusal kaynaklý jenerik ilaç firmalarýna yetiyordu anlamýna mý geliyor?

SD- Evet, aynen öyle. Ama bu bir þeye vesile oldu; sektör o paralarla birbirleriyle lüks olma konusunda yarýþtý bir anlamda da ama Türkiye bir fabrikalar çöplüðüne dönüþmedi. Ama kendimize ait, dünyanýn en iyi üretim yerleriyle yarýþabilecek saðlam üretim yerleri edinmemize ve fiyat olarak Türkiye’nin kendisini yeterince kaliteli ve makul fiyatlý konumlayabileceði þekilde marka jenerik kulvarýnda ilerleyebileceði bir konuma kavuþmasýný saðladý. Bir de ‘one minute’ olayýyla birlikte geliþen bir durum var, özellikle üçüncü dünya ülkeleri olmak üzere yurtdýþýna gittiðinizde deðiþen bir durum var. Maðazalarda Türk malý ürünler satýlýyor ve bu güzel bir prestij saðlýyor. Türk ilacý, dediðimiz gibi daha çok üçüncü dünya ülkelerinde olmak üzere, bu durum kalitesine güvenilen ve ayný güvenilirlikteki diðer ürünlerden daha ucuz fiyatlarla tercih edilebilen bir nokta bulunmakta.

 Devam edecek…..