Ana Sayfa Tıp&Sağlık Sindirim Sistemiyle İlgili Tüm Konular Antalya’da Tartışıldı

Sindirim Sistemiyle İlgili Tüm Konular Antalya’da Tartışıldı

40. Ulusal Gastroenteroloji Haftası ve 11. Ulusal Gastroenteroloji Cerrahisi Kongresi Antalya’da gerçekleştirildi. Gastroenteroloji biliminin en temel konuları, en yeni teknolojilerinin Türk ve yabancı bilim insanları tarafından sunulduğu programa ilgi yoğun oldu.

Sindirim sistemiyle ilgili güncel ve ilgi çekici konu başlıklarını kapsayan zengin bilimsel programda; gastroenteroloji biliminin en temel konuları, en yeni teknolojileri birbirinden değerli Türk ve yabancı bilim insanları tarafından sunuldu. Türk Gastroenteroloji Derneği (TGD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Cindoruk, güzel bir kongre gerçekleştirdiklerini ve bin 500’ü aşkın katılımcıyla kongrenin rekor kırdığına vurgu yaptı.

Başkanlığını Prof. Dr. Serhat Bor’un yaptığı kongrede, Türkiye’nin gastroenterolog ve gastroenteroloji cerrahlarının yanı sıra endoskopi hemşire ve teknisyenleri de katılımcı olarak yer aldı.

“İleri endoskopik cihazlarla çok erken teşhis koyma ve hastanın hayatını kurtarma şansına sahibiz”

Türk Gastroenteroloji Derneği (TGD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Cindoruk ileri endoskopi ile ilgili olarak, daha önce kullanılan cihazlarla gelişmiş cihazlar arasındaki farkı ‘araba farları’ benzetmesi ile açıkladı.

Prof. Dr. Cindoruk, “Bizim sıradan önceden kullandığımız cihazlar, bir arabanın farlarını yaktığı gibi organı gösteriyordu. Bu cihazlar ise projektörü de yakıyor. Projektörü yakınca erken kanserleri, erken doku kaybını, iyi ya da kötü huylu tümör olup olmadığı yönünde tanı koyma şansına sahip oluyorsunuz. Örneğin, pankreas modelinde endoskopik ultrason kullanıyoruz. MR veya CT’nin kaçırdığı bazı lezyonlarda endoskopik ultrasonografiyle çok erken bir tanı koyma şansına sahibiz. 1 cm’den daha küçük lezyonları görerek, onların kanser olup olmadığına karar vererek erkenden en çok korktuğumuz pankreas kanserinde dahi ameliyat kararı verilir ve hastanın hayatını kurtarmış oluruz. Bu çok önemli bir şey, çünkü bizim amacımız ve varoluşumuz hastanın hayatına dokunmaktır” diye konuştu.

 “Çok su içince kabızlıktan kurtulamazsınız”

Türk Gastroenteroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ayhan Hilmi Çekin, kabızlıkla ilgili önemli bilgiler paylaştı. Tüm dünyada yaygın olarak rastlanan bir semptom olduğunu ve yetişkinlerde yüzde 15, yaşlı popülasyonda da 1/3 oranında görüldüğünü belirten Çekin, bu durumun kadınlarda erkeklere oranla daha sık yaşandığını söyledi.

Fonksiyonel hastalıklar grubunda kabızlık sebeplerinden bahseden Çekin, yaşam tarzı değişikliği, hızlı ve stresli yaşam, beslenme alışkanlığı değişikliği, hareketsizlik, bilinçsiz beslenme olduğunu söyledi. Çekin, bilinenin aksine çok ya da az su içmenin kabızlıkta bir etki göstermediğine vurgu yaparak, “Çok su içmek ya da az su içmek kabızlık yapmıyor. Çok su içtiğiniz zaman kabızlıktan kurtulamıyorsunuz. Su idrar yoluyla vücuttan atılır. Vücudun ihtiyacını karşılayacak miktarda sıvı almak lazım ama su ile kabızlık ilişkisi bununla ilgili değil. Kabızlığı sınıflayacak olursak eğer hasta kabızlıkla birlikte karın ağrı hissediyorsa spastik kolon irritabl bağırsak sendromuna (İBS) giriyor. Bunun dışında da fonksiyonel hastalıklar grubuna giriyor” açıklamasına yer verdi.

“Somatik semptomlarda dünya birincisi türkiye”

Kongrede önemli bir çalışmanın da sonuçları paylaşıldı. Prof. Dr. Serhat Bor tarafından sunulan sonuçlarda fonksiyonel gastrointestinal hastalıkları ile anksiyete arasında sıkı bir etkileşim olduğunun gözlendiği belirtildi. Prof. Dr. Bor, şöyle devam etti:

“Özellikle irritabl bağırsak sendromu (IBS), fonksiyonel dispepsi, gastroözofageal reflü hastalığı gibi GIS hastalıkları, anksiyete düzeylerini artırabilir ve aynı şekilde anksiyete, GIS belirtilerini şiddetlendirebilir. Tedavide, hem GIS belirtileriyle başa çıkmak hem de anksiyeteyi yönetmek önemlidir. İlaçlar, psikoterapi, stres yönetimi teknikleri, düzenli egzersiz ve diyet değişiklikleri gibi çeşitli yaklaşımlar kullanılabilir. Ayrıca, multidisipliner bir ekip yaklaşımı, hastalara hem fiziksel hem de duygusal açıdan destek sağlamada etkili olabilir. Hastalar, bu konuda uzman bir doktorla veya sağlık profesyoneliyle görüşmeli ve bireysel bir tedavi planı oluşturmalıdır. 33 ülke, 6 kıtadan 73.076 erişkin ile yüz yüze ve internet üzerinden yapılan bu tarama sonucuna göre, 22 Fonksiyonel GİS Hastalığından en az birinin kriterlerine uyan kişi oranı %40. Bu ankete katılan kişiler hastalık tanısı alan kişiler değil, ankete yanıt veren herkesi kapsıyor”.

“Fonksiyonel GİS Hastalıklarının Dünya Prevalansı; Roma” çalışmasının psikiyatrik sonuçlarını açıklayan Prof. Dr. Bor şunları söyledi:

“Klinik olarak anlamlı psikolojik distres ve/veya somatik semptomların kıtalar arasında meta-yaygınlığı ve ülkelerdeki yaygınlık düzeyine bakıldığında Mısır’dan sonra en çok anksiyete, depresyon ve somatizasyon (psikolojik stresin vücutta fiziksel semptomlara dönüşmesi) görülen ülke %54 oranıyla Türkiye. En düşük ülke ise Hollanda. Tek başına somatizasyon ise Türkiye %37 ile dünya birincisi”.

“Yan dal sonrası mecburi hizmet, gastroenterolojide uzman sayısını azaltıyor”

Kongrede, yan dal olarak gastroenterolojinin sorunları da masaya yatırıldı. Yan dalda mecburi hizmet sorununun gastroenteroloji uzmanı yetişmesini zorlarken, özel sektörün payının tüm branşlarda olduğu gibi gastroenterolojide de arttığı vurgulandı.

Türk Gastroenteroloji Derneği (TGD) Önceki Dönem Başkanı Prof. Dr. Dilek Oğuz, TGD’nin tüzüğünde yer alan en önemli amaçları arasında sindirim sistemi hastalıklarını incelemek, araştırmak, ulusal ve uluslararası alanda gastroenteroloji dernekleri ile işbirliği yapmak ve çalışmalar yürütmek, toplum sağlığını ilgilendiren konularda araştırmaları yürütmek, halkı aydınlatmak olduğunu söylerken, “Ama en önemli görevlerinden biri bir uzmanlık derneği olarak gastroenteroloji uzmanı yetişmesi için gerekli müfredat ve eğitimlerin hazırlıklarının ilgili resmi kuruluşlarla birlikte yürütülmesi, gastroenteroloji uzmanlarının sorunlarının çözümü, yeterlilik ve akreditasyonlarının sağlanmasıdır” dedi. Prof. Dr. Dilek Oğuz açıklamasına şöyle devam etti:

“Türkiye’de pek çok ilde gastroenterolog bulunmasına rağmen şu andaki gastrenterolog sayısı yeterli değildir. Çünkü İç Hastalıkları branşlarının üstüne yan dal olarak yapılmakta olup, hekimlik hayatı boyunca 3 kez 2’şer yıl mecburi hizmet yapan bir uzmanlık dalıdır. Hekimler okulu bitirince, ihtisas yapınca ve bir de üstüne yan dal yapınca mecburi hizmet yapmaktadırlar. Bu gastroenteroloji branşının tercih edilme oranlarını düşürmektedir. Yıllarca Sağlık Bakanlığının kadroları arttırması istenmiştir. Gastroenterolog olmaktan uzaklaştırmaktadır. Hali hazırda 172 adet yan dal asistanımız mevcuttur. Bütün zorluklara rağmen dünyadaki meslektaşları ile yarışır halde olup, hatta onları geçmiştir. Türkiye’deki merkezlere yurtdışından eğitime gelen doktorlar vardır. Dünyada yapılan her endoskopik işlem Türk gastroenterologları tarafından uygulanmaktadır.”

“Pankreas enzim yetmezliği düşündüğümüzden daha sık görülüyor”

Türk Gastroenteroloji Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Müjde Soytürk ise, pankreas enzim yetmezliği hakkındaki tecrübelerini paylaştı. Prof. Dr. Soytürk, şunları söyledi:

“Karnı ağrıyan, şişen, ishal olan birçok insan var toplumda ve değişik çareler arıyorlar. Bunların bir kısmında pankreas enzim yetmezliği olduğunu söyleyebilirim. Pankreas hem şeker metabolizmasını düzenleyen insülin gibi hormonları hem de karbonhidrat, protein ve yağların sindiriminde rol oynayan enzimleri salgılar. Pankreas Enzim Yetmezliği (PEY), pankreastan salgılanan sindirim enzimlerinin yetersizliği ile karakterize, besinlerin sindirilememesiyle sonuçlanan bir durumdur. PEY, bu enzimlerin sentezlenememesi, salgılanamaması, aktive olamaması ve/veya enzimlerin on iki parmak bağırsağında besinle karşılaşmaması nedeniyle ortaya çıkabilir. Toplumdaki gerçek PEY sıklığını tam olarak bilmiyoruz ama yaşın ilerlemesiyle arttığını biliyoruz. 80 yaşına gelindiğinde her 10 kişiden birinde PEY bulunduğu bildirilmektedir. Erişkinlerde PEY’nin en sık görülen nedeni kronik pankreas iltihabıdır. Hastalığın şiddetine göre sıklığı artar ve yüzde 85’e ulaşabilir. Kronik pankreas iltihabının ise en sık nedeni alkol kullanımıdır. Son yıllarda Diyabet hastalarında da PEY’in sık görüldüğüne dair artan kanıtlar gelmektedir. Bazı pankreas ve obezite ameliyatlarından sonra, akut pankreas iltihabını takiben ve pankreas kanserinde de PEY gelişebilmektedir. Besinlerin yeterli sindirilememesi nedeniyle PEY bulunan hastalarda karın ağrısı, şişkinlik, aşırı gaz, kilo kaybı, ishal ve yağlı dışkılama gibi yakınmalar görülebilmektedir. Bu hastalarda dışkı kötü kokulu, soluk ya da sarı renkli olabilir. Yağlı dışkı su üzerinde kalabilir, tuvalete yapışabilir ve temizlemesi zor olabilir. Sindirim yetersizliği nedeniyle bu hastalarda A, D, E, K gibi vitaminlerin yanı sıra çinko, magnezyum ve B12 vitamin düzeylerinde düşüklükler oluşabilir. Özellikle D vitamini eksikliği nedeniyle kemik erimesi gerçekleşebilir. PEY’in bir önemli sonucu da hastaların yaşam kalitesinin önemli ölçüde azalmasıdır. PEY tanısında en değerli testler direkt pankreas fonksiyon testleridir. Ancak, bunların ulaşılabilirliği azdır ve uygulaması zordur, bu nedenle günlük pratikte kullanılmamaktadırlar. Şüphelenilen hastalarda ultrason, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans, endoskopik ultrason gibi bazı görüntüleme yöntemleri tanıda faydalıdır. Dışkıda yağ tayini ya da fekal elastaz adı verilen bir test ile tanı koyulabilir. Bu testlere ulaşılamayan ve PEY şüphesinin kuvvetli olduğu durumlarda hastaya pankreas enzim tedavisi başlanıp hastanın bu tedaviye verdiği yanıt değerlendirilerek tedaviden tanıya gidilebilir. PEY’in tedavisi pankreas enzimlerinin yerine konmasıdır. Basitçe her öğünde gıdayla birlikte alınacak ilaçlarla sindirim yetmezliği önlenebilmekte ve şikayetler giderilebilmektedir.”

“Kanser ve mikrobiyata ilişkisi bulundu”

40. UGH Kurs Koordinatörü Prof. Dr. Tarkan Karakan da bağırsak mikrobiyotasını etkileyen birçok faktör olduğunu belirtti. Son yıllarda kanser ve mikrobiyota ilişkisinin çok önemli olduğuna dikkati çeken Karakan, şu bilgileri paylaştı:

“Bağırsak mikrobiyotamız ile bağışıklık sistemimizin bu yakın ilişkisi nedeniyle birçok hastalık ile bağlantı kurulmuştur. Bağırsak mikrobiyotasındaki bozukluklar birçok hastalıkla yakından ilişkilidir. Bu hastalıklar arasında allerjik hastalıklar, çölyak hastalığı, Tip 1 ve Tip 2 Diyabetes Mellitus, obezite, metabolik sendrom, inflamatuvar bağırsak hastalığı, irritabl bağırsak sendromu, otizm, depresyon, ruhsal bozukluklar, romatoid artrit gibi otoimmün hastalıklar sayılabilir. Son yıllarda en önemli ölüm nedenlerinin başında gelen kanser ve kalp hastalıkları ile bağırsak mikrobiyotası arasında çok ciddi ilişki bulunmuştur. Özellikle kolon kanserinde kanserojen bir bakteri yapısının hakim olduğu gösterilmiştir.”