Ana Sayfa Paylaşımlar Kurumsal hayattan tat almak için merak…

Kurumsal hayattan tat almak için merak…

Mine Kobal

Bıçak sırtı bir konuya başlıyoruz. İçinde kurumsal hayat, anlam bulmak, sürdürülebilirlik ve tabii ki de merak var. 🎈

Tüm liderlik gelişim programları kendine liderlik, bireysel farkındalık veya daha havalı başlıklarla ancak günün sonunda kendimizle kuracağımız diyalogları teşvik ederek, biraz da reçete sunarak başlıyor. “Kendimizle dürüst, cesur bir diyalog kurmak” bu cümleyi hepimiz çok sevdik, son dönemde daha da çok sevdik. İyi de yaptık, hiç karşı değilim. Ancak itiraf da etmenin bir sakıncası yok, yazıldığı veya söylendiği kadar kolay bir öneri değil. “Kendimi tanımak mı? Eğer kendimi tanısaydım, kaçarak uzaklaşırdım.” sözüyle Goethe’den teselli bile bulabiliriz.

Biraz daha gerilere gidip Delphi kahininin tapınağının girişindeki “Kendini Tanı” sözünü yaşamına taşıyan Sokrates’ten de ilham alabiliriz. Sokrates bu sözü sadece bir uyarı değil bir arayış olarak da tanımlamış olabilir. Eğer tanrıların bilgeliğinden daha az ve hayvanların dürtülerinden daha fazla isek sınırlarımızın farkında olabiliriz. Sokrates’e göre işin zorluğu da “İnsan olarak bizden gizlenen tüm kavramların farkında nasıl olabiliriz?” sorusuyla buradaydı. Hayata dair felsefe de işte bu merakla başladı belki de… Neden sorusu ile zihnimizin sınırlarını keşfedebiliriz, ne kadar bilmediğimizin farkına vararak bilge cahiller olabiliriz. Hatta kurumsal hayat bunun için nefis bir zemin de sağlayabilir.

Umutla bakanlardan olmak istiyorum, bilmediklerimizin daha fazla olduğu yeni dünyada kurumların da daha iyi soru soran, daha çok merak eden çalışanlara ihtiyacı var. Çalışanların da sınırlarını keşfedebilmeleri için meraklı sorularını sorabilmeleri için kurumsal oyun alanına ihtiyacı var. Aslında iki taraf için de yeterince adil bir oyundan söz edebiliriz. Oyunun kurum bazında ne kadar adil ve şeffaf oynandığı ise sürdürülebilir başarı hikayelerini getireceğine inanıyorum, kısa vadeli kazançların ötesine geçerek…

Neden sorusunu sormak cesaret ister. Ne istediğimizi veya ne istemediğimizi düşünmek cesaret ister. Daha da derine dalıp bulduğumuz cevaplar bizi o kadar da mutlu etmeyebilir. Tam bu noktada küçük bir varoluşsal parantez açabiliriz. Sartre insanların merkezlerinde bir karanlık bulmasının nedeninin bir gizemden ziyade orada bir şey olmadığından dolayı olduğunu söyler. Varoluşçu yaklaşımının yancısı “hiçlik” yabancılaşma ile birlikte huzursuz bir tat bıraksa da eş zamanlı olarak fırlatıldığımız bu dünyada bize bir özgürlük sunar. “Özgür olmaya hükümlüyüm” dediğinde Sartre yine sınırlarımıza gönderme yapar. Parantezi kapatıp kurumsal hayata döndüğümüzde sınırları çizilmiş, oyunun kuralları tanımlanmış bir zemin bulabiliriz. Tek başımıza deneyimleyemeyeceğimiz birçok meraklı sorumuzu burada sorabiliriz. Diyaloglar ile yeniden anlam arayıp, değer yaratabiliriz.

Önümüzdeki dönemde meraklı sorulara izin veren kurumların çalışanları ile birlikte büyüme potansiyelinin çok daha fazla olduğuna inanıyorum.

Ancak buradaki tuzak başkalarının yanıtlarını kopyala yapıştır almak olabilir. Merakla şekillenen bir kurum kültürü eşsizdir, kendi ritüellerini kendisi yaratır. Google ofisinin renkli koltukları, oyuncaklı kahve alanları, artık birlikte kutlamanın daha zor olduğu doğum günleri hayal ettiğimiz kültürü getirmeyecektir. Sahici diyaloglar eşsiz kültürü oluşturacaktır, içine gölgelerini ve hataları da alarak. O zaman çalışanlar kurumu sahiplenecek, kurum çalışanların meraklarını ve anlam arayışını büyütecek bir yere dönüşecektir. Ütopik gelse de ezbere yanıtlarımızın olmadığı dünyada liderlerin tevazu ile bunu yapmasına çok ihtiyacımız var.

Liderler ne yapsın?

Vizyonu ve prensipleri ortaya koysun. Hatta ekiple birlikte tanımlasın.

Ben kimim? sorusunu yüksek sesle ve birkaç kez sorsun. Sonra yine sorsun. Benim dediği ünvanını ve paketini kendi benliği ile karıştırmasın.

Kendisi olsun, merakla çalışma arkadaşlarını, müşterileri, rakipleri, trendleri anlamaya çalışsın. İnsanların cesur soruları için alan yaratsın. Çevik ve esnekliğini korusun. Anlamsız bürokrasiyi öldürsün.

Kendisi de merakla sorular sorsun, ancak daha çok dinlesin, öğrensin, yeniden öğrensin ve en güzeli ekibinin soru sormasını sağlasın.

Ekibinin rolünü çalmasın. Ekibinin başarılarıyla veya öğrenme hikayeleriyle keyif alsın. İşinden keyif alsın, oyun tarafını görsün. İş zaten zor, daha da zor olacak, bir de kendi zorlaştırmasın. İlla zorlayacaksa merak ve gelişim için zorlasın😉

Kendi merakı geniş olsun. Felsefe okusun, tarih okusun, sanata bulaşsın biraz. Bir hobisi olsun, o hobide çok iyi olsun. İşi mutlaka besleyecektir, eğer beslemezse en azından sıkıcı bir lider olmamasını sağlar.

Çalışan ne yapsın?

Nasıl değer yaratabilirim diye sorsun? Birilerinin kaygılarını gidermesini beklemekten daha iyi gelecektir.

Kendi gelişiminin sorumluluğunu öncelikli olarak kendi kabul etsin. İnsan Kaynaklarından veya yöneticisinden önce kendisi gelişimini merkeze alsın. Çevresini meraklı sorularıyla zorlasın.

Müşterisinin yarınını merak etsin. Çalışma arkadaşlarının yarınını merak etsin. Kurumun yarınını merak etsin. Farklı bir şeyler denesin.

Konfor alanından çıksın, rol modeli olsun. Çevresine ilham versin. Doğru tonda bayrak kaldırsın ve doğru zamanda

Kırılganlığını paylaşsın. Oyuncu tarafını daha görünür kılsın, arada kutlamaya eğlenmeye izin versin.

Ez cümle çalışanlar, liderler ve kurum merakla sormaya başladığında aldığı yanıtlara ne kadar zorlayıcı olsa da ruhunu hazırladığında, konfor alanından çıkış hikayesi daha anlamlı olmaya başlayacaktır.

Kurumsal hayat sunduğu vizyonla ve ilişkilerle buna zemin yaratacaktır. Çünkü kurumların da aslında nefes alabilmek için başka şansı da pek yok. Merak hepimizin hem süper gücü hem de yeni dünyada hayatta kalmak ve gelişmek için kalkanı… 🎈

Mine Kobal

Mine Kobal

Tam olarak nasıl bir iş yapmak istediğimi hiç bir zaman bilemedim, bankacı oldum para sattım, bir dönem insan kaynakları yöneticisi oldum işe alım yaptım ve bir dolu işten çıkarılma kararını paylaştım, sonra üniversitede öğretim görevlisi oldum, ilaç sektörünü de denedim. Sanırım en çok kendime yakıştırdığım danışmanlık şapkam oldu, ünvanlardan uzak olması bana iyi geldi. Bir de merakımı büyütmesi, farklı sektörler, farklı renkler ve farklı hikayeleri sevdim. Hem hepsinin çok içindeyim, hem de danışman olarak o mesafemi bir şekilde korudum. Bir de sahnede olmak var, salondaki en güvenli ve en eğlenceli yer kesinlikle, spotların altında olmak benim için hep rahat oldu.

İş hayatı da bana beni büyütecek insanlarla tanışma fırsatı verdi hep. Bu yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum.
Kendimi tanıtırken bir şekilde İstanbul Erkekli’yim demeyi seviyorum. Alman disiplini okulumdan güzel bir hediye, bir de eleştirisel bakma becerimi ortaokul lise yıllarına borçlu olduğumu düşünüyorum.
İyi bir öğrenciyim, tüm bütçemi kitaplara, defter ve kalemlere harcayabilirim. Okuyarak, gezerek, dinleyerek yeni bir şeyler öğrenmekten, öncekileri de unutabilme lüksünden çok mutlu olabilirim. Neyim yok sorusunun yanıtı da köklerim olurdu. Kurumlara ait olmayı sevemedim, kurumlarda aile olmayı da sevemedim. Ama hep çok çalışkan oldum, kestirme yollar hiç bana göre olmadı.
Tarihten kiminle tanışıp, bir kadeh bir şeyler içmek istersin derseniz yanıtım Carl G. Jung olur, ki ilk kitabım “Jung Koçluk Yapsaydı”.
Son notum da iflah olmayan merakım olsun 🎈