Ana Sayfa Biyoteknoloji CEO Penceresinden Türk İlaç Endüstrisi

CEO Penceresinden Türk İlaç Endüstrisi

Dr.Serdar Sözeri ile paylaşım:
Biofarma CEO & İEİS Yön.Kur.Üye.

W- Değerli Dr.Serdar Sözeri  sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

S.S.- 27 yıldır ilaç sanayinde çalışan bir tıp doktoruyum. Eşim de eczacı olduğu için, ailecek bu sanayinin içindeyiz denebilir. Bu kariyerim boyunca, hem yerli hem de yabancı firmalarda, hem yurtiçinde hem de yurtdışında görev aldım. 1987 yılında girdiğim sektörde 1995 yılında ilk genel  müdürlük görevime atandım. Bundan sonraki süreçte altı ilaç firmasını yönettim. Ayrıca, kısa bir süre için ilaç dağıtım sektöründe üst düzey yönetici olarak görev yaptım.

Sanayideki bu görevlerimin yanısıra, kendimi tam olarak bir profesyonel yönetici olarak konumlandırıp o alanda geliştirmeyi temel odak noktam olarak aldığım için, kişisel gelişim yatırımımı bu yönde yaptım. Hem bir lider olarak gelişimime çok katkısının olacağının düşündüğüm, hem de uygulamaktan zevk aldığım için, “ üst düzey yönetici” koçluğu kariyerimi de geliştirmeye başladım. Şu ana kadar, küçümsenmeyecek bir sayıda ve düzeyde yöneticiye koçluk yaptım. Bu aktivitemi geliştirerek sürdürmek amacındayım.

W- 1995 yılından bu yana ilaç sektöründe üst düzey yöneticilik yapmaktasınız ve baktığımızda jenerik sanayi hatta fon grubu tecrübeniz ön plana çıkmakta. Türk ilaç pazarının gelişimini ve paralelinde jenerik ilaç firmalarının değişiminin değerlendirmesini alabilir miyiz?

S.S.- Kariyerimin başlangıcında yabancı firmalarda görev alma eğilimim daha fazlaydı. Fakat, ilk genel müdürlük görevim ve yurtdışı deneyimimden sonra, eşdeğer ilaç tarafında yer almaya karar verdim. Bunun nedeni, sektörün bu tarafının (Türkiye’de) daha dinamik, daha girişimci olduğunu ve giderek de önem kazanacağını düşünmemdi. Tam da aradığımı bulabildiğimi söyleyememekle birlikte, bu pazarda bulunan yabancı ilaç firmalarının sağladığını ötesinde bir girişimci ortama girdiğimi, yönetici inisiyatifini daha fazla kullanma olanağı elde ettiğimi söyleyebilirim.

Ancak, hızla büyüyen bir iç pazarda yerli eşdeğer ilaç firmaları strateji yönünden çok da olumlu bir gelişim içinde olamadı. Kendisini farklılaştıracak yeniliklere yönelmekte çok ısrarlı olamadı. Herkes aynı şeylerin ardından gitti. Arge faaliyetleri olması gereken düzeye ulaşamadı. Çok modern üretim tesisleri kurduk ama onlarda da farklılaşmadık. Etkin bir arge faaliyeti sonucunda ortaya çıkabilecek ve hem yurtiçinde hem de yurtdışında şirketlerimize avantaj sağlayacak ürünler ortaya çıkartma konusunda pek becerikli değildik. Bunda, ülkemizde arge faaliyetlerini yürütmenin altyapısal ve üst yapısal koşullarının gelişmemişliği de önemli rol oynadı tabii ki. Ama yine de bundan iyisi yapılabilirdi diye düşünüyorum. İç Pazar koşullarının da giderek zorlaşması sonucunda, eşdeğer ilaç firmaları önemli bir sorunla karşı karşıya kaldı; tek ve çok güçlü bir alıcı vardı. Bu alıcı koşullarını agresif bir şekilde dayatmaya başladı. Diğer tarafta ise, bu tek alıcıya neredeyse aynı ürünleri pazarlayan bir çok firma söz konusuydu. Doğal olarak ürünlerin değeri düştü. Alıcı açısından temin sorunu olmadığı sürece, fiyatlar sürekli düşme eğilimine girdi.  Firmalar yeni döneme uyum sağlayabilmek için masraf kısmaya gitse de, özellikle döviz kuru yükselmesine bağlı maliyet artışı karşısında elleri kolları bağlı kaldı. Kar oranları kaçınılmaz bir şekilde ve dramatik olarak düştü. İlaç sektörü “farklılaşmanın” değerini belki bu aşamada çok daha iyi anladı, ama bu arada önemli fırsat trenleri de kaçmış bulunmaktaydı. İç pazarda da dış pazarlarda da bunun acısını çok çektik, çekmekteyiz. Dış pazarlara yönelik başka bir eksiğimiz ise, özellikle gelişmiş, “regüle” diye isimlendirdiğimiz pazarlara ilaç satmak konusundaydı. Bu pazarlara girmek daha zor, dhah uzun bir süreç gerektiriyor. Ama, buralara girmeden de dünya eşdeğer ilaç pazarında yer edinmek mümkün görünmüyor.

W- Yaşanmış ve yaşanmakta olan bir durum: 1999 yılında Doğu Alman kökenli Hexal, Türkiye ilaç ihracat şampiyonu olan yerli sanayinin güçlü firması İlsan-İltaş İlaç Firmasını satınalması ile başlayan süreç hala devam etmekte.
Önceki Sanayi Bakanımız İlaç Sektörünü 2013 de“Stratejik Sektör” ilan etti.
Sorumuz; Milli bir  ilaç sanayi politikamız vardır, yoktur diyebilir miyiz ve bu satın almalar globalleşen dünya gereği olarak açıklanabilir mi?

S.S.- Ben şahsen globalleşmiş dünyada milli bir sanayinden söz etmenin mümkün ve de anlamlı olduğunu düşünmüyorum. İlaç artık dünyada her yerde bulunan bir emtia, ve farklı siyasal kriz ortamlarında bile farklı kaynaklardan ilaç ve hammaddelerin sağlamak mümkün.

Bence sorun, hamaddesini temelden yapamasak bile, ilaca burada ne artı değer kattığımız noktasında. Bizim burada yaptığımız hangi geliştirme faaliyeti bizde ve dünyada bir “tıbbi gereksinime” hitap edecek? Bir hastalığın tedavi sürecinde tıb profesyonellerine, hastalara ve geri ödeme sistemlerine nasıl bir yarar sağlayacak? Türkiye’den yapılan ilaç ihracatı “düşük fiyat” rekabetine değil de, alıcılara kazandırdığı avantajlara göre değer kazandığında doğru rotaya oturulmuş olur. Şu anda ihracat miktarımız iç pazar hacmine göre oldukça düşük. Firmalarımızın iç pazarda kazandığı pazarlama becerileri, bazı pazarlarda (ki bunlar regüle pazarlar değil) bu farklılaşmamış ürünleri pazarlama konusunda bir avantaj sağlıyor. Bu nedenle, belki şu anda “en düşük fiyat” bazlı bir ihracatımız yok. Ancak, dünyada bizim ürettiklerimizi çok daha düşük fiyatla bu pazarlara sunan ve kalitelerini de giderek arttıran ilaç sanayileri mevcut . Dolayısıyla, farklı ürünlere ve gelişmiş pazarlara yönelmezsek bu ihracat düzeyini de korumamız zor gibi. Bu arada, gelişmiş ya da regüle dediğimiz pazarlara girişte de düşük maliyetler söz konusu, ancak buradaki işin hacmi yüksek olduğu için, getirdiği ölçek avantajı ile sürdürülebilir bir iş şeklini alabiliyor. Tabii ki bu pazarlara giriş engellerinin yüksek olduğunu unutmamak gerekli.

Bana göre endüstri farklı ürünler geliştirebildikce, regüle ülkelere ürün sağalayabildikçe, biyoteknoloji (nanoteknoloji de)  gibi yeni yönelimlere bir an önce sahip olduğunda ve de teknolojilere dayalı ürünler geliştirdiğinde “Milli ilaç sektörü nün” kendiliğinden ortaya çıkacağını düşünüyorum.

W- Ulusal ilaç firmalarının daha çok Türkiye içinde sıkışıp kaldıklarını dolayısı ile ilacın tek alıcısı olan devletin  (EKK, Maliye B. , Sağlık B. Ve SGK)  uygulamaları ile son yıllarda mutlu olmadıkları ortada.
Globalleşen jenerik firmalar olarak baktığımızda; bırakın gelişmiş ülkeleri son 15 yıl içinde doğu bloku ve Hint ilaç firmalarını da görmekteyiz. 
Sizce geçen 15 yıl içinde yerli ilaç sanayimiz neler yapılmalıydı ve bundan sonrası için ilaç firmalarımızın alternatifli yolları neler olmalıdır?

S.S.- Konunun doğal gelişimi içinde, bu sorunun cevabını da önceki sorular içinde vermiş bulunuyorum. Bundan sonrası için ise önemli bri sıçrama, niteliksel bir değişim gerekiyor. Bunun da temeli arge faaliyetlerine verilecek ağırlık olacaktır. Daha önceki bazı mesajlarımda da belirttiğim gibi, bu “arge sıçraması” nın ortaya çıkabilmesi için, en kısa sürede ortaya bir “ arge iklimi” çıkartmalıyız. Yani, süratli bir şekilde (olabildiğince) farklı ürünler geliştirecek arge faaliyetleri için uygun zemini sağlamalıyız. Burada, sanayi, kamu ve üniversitelerin kaçınılmaz bir işbirliği söz konusu. Ne yazık ki bu işbirliği konusunda kendiliğinden oluşmuş bir geleneğimiz yok. Bizim sanayimiz serbest rekabet düzeni içinde arge bazlı gelişmiş bir sanayi değil. Ama bu dünyanın sonu da değil ve hep böyle kalacak anlamına da gelmiyor. Üretim ve pazarlama konularında gelişerek ancak bu günkü gayri safi milli hasıla düzeylerine ulaştık. Bundan sonrası ise zor; sadece üretmek yetmiyor, yüksek teknoloji ile üretmek ve ve mallarınıza tüm dünyada yoğun rekabet içinde kalite, teknoloji ve yenilikçilik bazlı pazarlar bulmanız gerekiyor. Bu sıçramayı yapabilen, arge konusunda geriden gelip de “sıçrayarak” önemli gelişim sağlayan ülkeler var. Ama, bizim bulunduğumuz noktalardan ileri gidemeyen, bir kısır döngüde kalanlar daha çoğunluğu olşturmakta.

W- Mevcut fiyatlandırma kararnamesine göre euro kur zammı (1,93) 3 temmuz 2011 tarihinde geçilmiş gözükmekte ve bunun oluşturduğu maliyet baskısı firmaları tasarrufa itti, sonucunda özellikle 2013 yılı içinde bir çok çalışan işsiz kaldı! Biofarma’da benzer durum yaşandı mı? Yaşanan bu olumsuz durumu siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu sorumuza bağlı olarak IMS sıralamasında üst sıralamalarda olmak mı yoksa karlılık da üst sıralarda olmak mı ikilemi mi yaşandı mı?

SS- Kurlardaki bu olumsuz gelişim ile ilaç sanayinin değil arge yapması ve ihracat atağı içine girmesi, yaşaması bile mümkün değil. Bir yandan şu ana kadarki stratejik eksiklikleri değerlendirmek, özeleştiri yapmak ve ileri doğru farklı eğilimler içinde olmak gerekli. Ancak, öte yandan, tüm bunları düşünebilmek ve uygulayabilmek için firmaların faaliyetlerini sürdürebilme konusunda endişe içinde olmamaları gibi bir temel gereksinim söz konusu. Kısa vadeli bütçe kazanımları amacıyla sanayi üzerinde kurulan bu baskı, orta ve uzun vadeli gelişim potansiyelini felç edebilir. Kısa vadedeki maddi kazanımlar hemen yarın çok daha büyük zararlara neden olabilir. Eşdeğer sektörün farklılaşarak gelişimi, biyoteknolojiye sahip olunarak biyobenzer ürünlerin geliştirilmesi, giderek artan bir hızla yükselecek ilaç harcamalarının normal düzeylerde tutulabilmesi için en önemli araçlar. Biraz önce söylediğimi tekrar etmek gibi olacak ama, bu araçların gelişimini, bugünün bütçesel gereksinimleri nedeniyle,  engelleyecek bir tutum içinde olmak yarın altından kalkılamayacak sorunlara neden olacaktır.

W- Jenerik ilaç sanayimiz inovasyon yapabilir mi? Jenerik ilaç; Modifiye, Süper vb olarak  kaç kategoriye ayrılmaktadır? Jenerik sanayinin öncelik sıralaması ne olmalıdır?

S.S.- Eşdeğer sanayimiz inovasyon yapabilir. Eldeki molekülleri, tedavide avantaj sağlayacak şekilde, kombine edebilir, yararlanımı arttıracak ya da tedaviye uyumu sağlayacak form değişiklikleri oluşturabilir, yeni endikasyon alanları geliştirebilir. Bunların büyük çoğunluğu bugün sanayinin ve ülkemizdeki tıb ve eczacılık ortamının hemen yapabileceği yeniliklerdir. Biraz daha iyi bir sanayi- kamu ve endüstri koordinasyonu ile, yeni moleküller de geliştirilebilir. Bugün bu konuda münferit çalışmalar mevcut. Tüm bu faaliyetlerin, tedaviye sağlayacakları  “gerçek” yararlar şeklinde öncelikleştirilmesi, arge teşvikleri başta olmak üzere, ruhsatlandırma, geri ödeme, satın alma garantisi gibi araçlarla desteklenmesi, yeniliklerin ortaya çıkma sürecinde radikal bir artış ve hızlanma getirecektir.

W- Yakında gerçekleşen bir toplantıdaki sunumuza atıfta bulunarak; sizce Türkiye’de uygun Ar-Ge iklimi var mıdır? Ar-Ge ikliminin paydaşları kimlerdir?

 

S.S.- Türkiye’de doğal bir arge iklimi bulunmamaktadır. Doğal olarak var olmayan bu iklimi, biz bir “sera iklimi” şeklinde oluştumalıyız. Bunun için de ilgili tüm partilerin “iyi niyet” aşamasını aşıp, süreci lider olacak somut bir yapılanma işine girişmesi gerekmektedir. Yukarıda da söylediğim gibi, bu paydaşlar, ilgili kamu kuruluşları (Sağlık Bakanlığı, SGK, sanayi ve Kalkınma Bakanlığı, hatta Milli Eğitim Bakanlığı..), üniversiteler ve ilaç sanayidir.

W- Türk ilaç sanayi bir G.Kore bir İrlanda olabilir mi?

S.S.- Her ikisinin de çok farklı özellikleri var; birisi uluslararsı firmaların arge merkezleri,ni cezbetmede çok başarılı oldu. Diğeri ise, kendine özgü “dikey” entegrasyon şeklinde işleyen ve devletle de yakın ilişkili büyük sanayi kuruluşları avantajını kullanarak arge faaliyetlerini geliştirmiştir. Türkiye’ye bu iki modeli de olduğu gibi taşımak olanaklı değil. Kore modelinde, başlangıçta yabancı teknolojiden yararlanarak ilerlemek, zaman içinde bu teknolojiyi içselleştirerek kendine mal etmek yöntemi uygulandı bildiğim kadarıyla. Tabii ki bunun eleman ve teknolojik altyapısı da ülkeye özgü bir kordinasyon içinde çözümlenmişti.

W- Fon gruplarının ilaç sektörüne katkıları neler olmuştur, 2014 ve sonrasında aynı şekilde yatırımları olacak mıdır?

S.S.- Şu ana kadarki uygulamalarıyla, fon gruplarının ilaç sektörüne olumlu katkılarının olduğunu pek de söyleyemeyiz. Fonlar doğaları itibariyle, yatırım yaptıkları firmaların değerini süratle arttırma eğilimindedir. Ancak, olması gereken arge ve farklılaştırma zemini mevcut olmadığından, ilaç sanayindeki fon yatırımlarının büyüme motoru büyük ölçüde “satış artışı” modelinde odaklanmıştır. Zaten arz fazlalığı olan bir pazarda farklılığı olmayan ürünlerin daha da yüksek miktarlarda pazara arzı hem o söz konusu şirketlerin hem de pazarın dengesini bozucu bir etken olmuştur.

W- 2014 yılında devletin ilaç sektörüne yönelik beklediğiniz yeni uygulamaları var mıdır? Özellikle INN ve OTC konusundaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

S.S.- 2014 yılında devletin öncelikle ilaç firmalarının yaşamaları ve gelişmeleri için gerekli kaynakları sağlaması, öncelikle döviz kuru artışından doğan büyük kaybı giderici tedbirler almasını bekliyorum.Ürünleri ve fiyatları anlamında tümüyle kontrol altında olan bir sektörde – bir de neredeyse sektörün tek müşterisi durumundaysa – devletin bu gerçeği doğru tesbit etmesi ve sanayiyi destekleyici bir tavır içine girmesi mutlaka gerekli. INN eşdeğer ilaç uygulamasının ülke gündeminde olmadığını düşünüyorum. Şu anki global bütçe uygulaması sistemi ile zaten buna gerek yok. Ayrıca, uygulanması halinde, bütçesel anlamda ek bir yarar sağlayamayacağı bir gerçek. Çünkü, zaten fiyatlar çok düşük. Ayrıca, eşdeğer firmaların tanıtım güçlerinin ortadan kaldırılması ( ki INN uygulamasında olacak budur) aynı tedavi alanındaki orijinal ve yüksek fiyatlı ajanların tartışılmaz egemenliği anlamına gelecektir.

W- Hekime erişim gün geçtikçe sıkıntılı olmakta, buna ait özellikle dijital çözümler üretilmekte. Sizce konvansiyonel yöntem (ÜTE) hala geçerlimidir? İlaç tanıtımının geleceği nasıl şekillenecektir?

S.S.- Konvansiyel yöntemin hala önemini koruduğunu düşünüyorum. Buna ait dijital çözümler ortaya çıksa da, bunlar ikincil öneme sahip olacaktır. Ancak, önümüzdeki hekimlere yapılan ziyaret sayılarının azalması kaçınılmaz gözüküyor. Bu da, ziyaret kalitesinin artacağı anlamına gelir diye düşünüyorum ki, bu gelişimi de olumlu buluyorum.

W- 2013 yılı başında GSS’ye geçen bir sosyal güvenlik sistemi, 80 milyona doğru giden bir nüfusu ve ekonomik büyümede bölgesel liderliğimizde göz önüne alınırsa, yaşanan olumsuzluklara rağmen Türk ilaç pazarı hala caziptir diyebilir miyiz?

S.S.- Hala cazip, en kötü ihtimalle dünyanın ilk 17-18 pazarı içinde olacak gibi gözüküyor. Ancak, bence bizim bakacağımız en önemli parametre “pazarın büyüklüğü” değil “sanayinin büyüklüğü” olmalı. İç pazarın, ülke gereksiniminin artmasına bağlı olarak büyümesi tabii ki iyi bir şey. Ama, asıl hedefimiz, farklılaşmış, artı değer eklenmiş ürünleri yurtdışına çok daha fazla satabilen, bu şekilde, kendi Pazar büyüklüğünün çok ötesine taşabilen bir sanayi olmamız.

W- Biofarma’nın gelecek planlarını paylaşır mısınız ve öncelikleriniz nelerdir?

S.S.- Biofarma, şu anda sağlam bir büyüme platformu olarak hazırlanmakta. Bu sürecin sonuna geldik sayılır. Operasyonumuzu elden geçirdik, çok zorlu pazar koşullarında, var olan portföyü yenileme olanağına sahip olamasak da, yeniden verimli bir operasyona dönüştürdük şirketimizi. Başarılı bir arge fonksiyonumuz ve oldukça güçlü bir yeni ürün listemiz var. Önümüzdeki yıllarda bu ürünler şirketimizi istediğimiz noktalara taşıyabilecek niteliğe sahip. Güçlü yanlarımıza odaklanıp onları daha da geliştirmeye çalıştık.İhracatımızı şirket tarihindeki en yüksek düzeye çıkarttık. Regüle pazarlara ihracatımızı da arttırdık, ve bu alanda yeni ve önemli projelerimiz mevcut. Biyo teknoloji alanına girme konusunda teşebbüsümüz sürüyor. Bu alanda mutlaka ve kısa süre içinde var olacağız.

Biofarma’yı, diğerlerinden farklılaşmış, kendine özgü güçlü yanları olan ve bu yanları ile dünya pazarına hitap eden bir firma haline getirmek amacındayız.

W- Yönetici koçluğu çalışmalarınıza nasıl başladınız? Ülkemizdeki yöneticilerin genel olarak güçlü ve zayıf yönlerinden bahseder misiniz?

S.S.- 2006 yılından bu yana Yönetici Koçluğu yapmaktayım. Daha önce de belirttiğim gibi, bu benim için son derece yararlı ve zevkli bir faaliyet alanı. Yöneticilerimiz ile ilgili bir swot analizi yapmak ve bunu kısa tutmak çok mümkün değil. Bu nedenle buna girişmeyeceğim. Ancak, çok spekülatif olsa da, gözlemleyebilidiğim bazı ayırdedici özelliklerimizi şöyle sıralayabilirim ;

– Pragmatik yönetim tarzlarına daha yatkınız
– Farklı durum ve ortamlara uyum sağlama özelliğimiz yüksek
– Fırsatçılığımız ön planda, vizyoner olmakta sorunumuz var
– Aile şirketlerinin yüksek egemenliği nedeniyle olsa gerek, yüksek profesyonellik anlayışımız yeterince gelişmiş değil
– “Değerlerle yöneti” konusunda sorunlar yaşayabiliyoruz
– Yaratıcı potansiyelimiz var ama bunun işe yarayacağı konusunda güvenimiz eksik

W- 1983’de tıp fakültesinden mezuniyetinizin üzerinden 30 yıl geçmiş, çok başarılı bir kariyeriniz var, eğer hekimlik de devam etmiş olsaydınız hangi dalda ilerlemek ve nasıl bir kariyer yapmak isterdiniz?

S.S.- Kesinlikle psikiyatri uzmanı olmayı tercih ederdim. İşimde çok iyi olmak bana yeterdi, akademik ünvan beklentisi içinde olmazdım diye düşünüyorum.

W- Son olarak kariyerlerinin henüz başında olan genç yöneticilere yönelik başarı reçetenizi alabilir miyiz?

S.S.- İki şey çok önemli ; kendi yetkinliklerinin olabildiğince erken bir dönemde farkına varmaları ve ona göre bir amaç edinmeleri. Aksi taktirde, herkes en yüksek pozisyona ulaşmayı amaçlarken, çoğu kendi yetkinliklerine karşı körleşiyor ve kariyeri ilerledikçe içinden çıkamayacağı bir sorun yaşamaya başlıyor. Bu tıpkı inemeyeceği bir ağaca tırmanan birisinin yaşadığı duruma benziyor. Bir çok kariyeri batıran şey bu farkındalık eksikliği ve buna bağlı olarak da, beklenti yönetimindeki hatalar. Bu hatalardan tümüyle kaçınmak pek mümkün değil. Ama, en azından, ne kadar erken farkına varılırsa be beklentiler ne kadar erken gerçekçilik zeminine yaklaştırılırsa o kadar iyi.

W- Değerli görüşlerinizin paylaşımı için teşekkür eder başarılarınızın devamını dileriz.

SS- Ben teşekkür ederim.