Ana Sayfa Görüşler “Hekimlik Sadece Bir Meslek Değil Bir Yaşam Biçimi, Bir Felsefe”

“Hekimlik Sadece Bir Meslek Değil Bir Yaşam Biçimi, Bir Felsefe”

Prof. Dr. Çağatay Çağlar

W- Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları A.D. Başkanı Prof. Dr. Çağatay Çağlar ile 14 Mart Tıp Bayramı özelinde söyleşimiz;
Kıymetli Hocam sizi yakından tanıyabilir miyiz?

Ç.Ç.- 1981 yılında Çorlu’da doğdum. 2004 yılında ‘Tıp Doktoru’, 2009 yılında ‘Göz Hastalıkları Uzmanı’ ünvanı aldım. Van merkez ve Başkale ilçesinde mecburi hizmet yaptıktan sonra bir süre Çanakkale’de çalıştım. 2012 yılında Çorum Hitit Üniversitesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı ve Kliniğinin kuruluşunda bulundum ve akademisyenlik hayatım başladı. 2017’de Doçent ünvanı, 2022’de Profesör ünvanı aldım. Almanya Tübingen Üniversitesi ve Avustralya Melbourne Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde Retina ve Kornea üzerine gözlemci ve fellow olarak çalışmalarda bulundum. 50’yi aşkın bilimsel yayınım ve 8 adet bilimsel kitap bölüm yazarlığım mevcut. Retina, Katarakt ve özellikli göz içi lens cerrahileri ve Glokom özel çalışma alanlarım. Daha önce Çorum Tabip Odası başkanlığı ve Genç Oftalmologlar grubu başkanlığı yaptım. Evliyim. 16 yaşında bir kızım ve 13 yaşında bir oğlum var.

W- Alanınızdaki yenilikleri paylaşır mısınız?

Ç.Ç.- Oftalmoloji inanılmaz dinamik bir branş. Hemen her ay yeni bilgilerle karşılaşıyoruz. Branşımız teknolojiyi sonuna kadar kullanıyor. Fizikle, matematikle çok iç içe bir alan olduğumuzdan mühendisler ve bu alanda çalışan tıp dışı bilim insanlarının da ilgisini çekiyor ve çalışmalar multidisipliner devam ediyor. Son yıllarda özellikle retinanın sinir hücrelerinin harabiyeti ile ilerleyen hastalıklarda kök hücre tedavileri kullanılmaya başlandı ve çok yakın zamana kadar ‘tedavi imkanı yok’ dediğimiz hastalıklarda tedavi imkanı doğdu. Çalışmalar, tedavilerin geliştirilmesi için bir yandan sürerken bir yandan da hasta uygulamaları yapılıyor. Bunun yanında görmeyen insanlara uygulanan retinal çiplerde umut vadediyor. Katarakt cerrahisi son yıllarda teknik olarak bir yenilik sunmasa da geliştirilen göz içi lensler sayesinde hastalarımızın her mesafede görme ihtiyaçlarına bu yapay lensler sayesinde cevap verebiliyoruz. Son yıllarda çocukların dijital ekran kullanımının artmasıyla adeta bir salgın haline gelen miyopi’de, hastalığın progresyonunu yavaşlatan gözlük camları ve damlalar sayesinde daha etkili şekilde kontrol altına alınabiliyor artık. Glokomun erken teşhisine yönelik göz içi basıncını günün her anında adeta bir holter cihazı gibi ölçen kontakt lensler, kuru gözün teşhisini daha erken koyabilen noninvazif tanı testleri, kontrast madde kullanılmadan sarı noktanın anjiyografisini yapan yüksek çözünürlüklü optik koherens tomografi cihazları ise teşhisteki yenilikler arasında sayılabilirler.

W- 12 Mart Dünya Glokom Günü özelinde güncel tedavi planınızı alabilir miyiz?

Ç.Ç.- Glokom adeta görmemizi çalan sinsi bir hırsız gibi. Asistanlığa ilk başladığımda emekli öğretmen bir hastam olmuştu. Tek gözünde görme azlığını fark etmemiş ve gözüm görmüyor diye polikliniğe başvurmuştu. İnanılmaz ama gerçek olan şuydu: Bu kişi her gün okuyan yazan entellektüel bir kişi olmasına rağmen bir gözünde körlük gelişene kadar hastalığı fark etmemişti. O gün bunu bir türlü anlayamamıştım. Ama yıllar geçip meslekte tecrübelendikçe aslında glokomun nasıl kendini belli etmeden ilerleyen bir hastalık olduğunu gördüm ve glokom yüzünden gözünü kaybeden yüzlerce hasta tanıdım.
Glokomun birinci basamak tedavisi göze damlatılan damlalardır. Prostoglandin analogları ya da beta blokerlerle tedaviye başlıyoruz. Eğer göz içi basıncını yeteri kadar kontrol altına alamazsak alfa-2 adrenerjik reseptör agonistleri ya da karbonik anhidraz inhibitörlerini başlıyoruz. Glokomda hala en büyük risk faktörü göz içi basıncı olsa da bazen basınç normal olsa da glokom teşhisi koyduğumuz hastalar oluyor ya da basınç yüksek ama glokom yok. Yani glokom eşittir göz tansiyonu ya da göz içi basınç yüksekliği demek değildir. Bunu hastalarımızda çok karıştırıyorlar. Hastaya glokom teşhisi koyup tedavi başlamak için mutlaka optik sinirde hasarı görmemiz gerekiyor. Bundan dolayı artık son yıllarda glokomu bir optik nöropati olarak tanımlıyoruz.
Son yıllarda glokomda minimal invazif cerrahiler çıktı ve eskiden daha zor ve geç cerrahi endikasyonu koyduğumuz hastalara daha erken cerrahi yapar olduk. Göz tansiyonunun çok yüksek olup hasarın erken gelişeceğini öngördüğümüz hastalarda, erken yaşta teşhis konulup beklenen ömrün uzun olduğu hastalarda, ilaçlara cevap vermeyen hastalarda ve bazı özel glokom tiplerinde hastaya daha erken cerrahi uyguluyoruz.

Glokom bebeklikte (konjenital glokom) ve gençlikte (jüvenil glokom) dahi görülebiliyor. O yüzden aileler çok dikkatli olmalı. Işıktan rahatsız olan, gözü sulanan ya da gözü büyüyen bebeklerde glokomdan şüphenilmelidir. Dünyaca ünlü piyanist, blues sanatçısı ve soul müziğin babası sayılan Ray Charles gözlerini doğuştan glokomdan kaybetmiştir. Otobiyografisini anlatan ‘Ray’ isimli müthiş bir film var, okuyucularımızın izlemesini tavsiye ederim. Orda bir sahnede henüz çocukken koşarak eve giriyor ve girişte eşiğin çıkıntısını farkedemediğinden takılıp düşüyor. Çünkü artık gözleri görmüyor. Yere kapaklanınca canı acıdığından ağlamaya başlıyor. Annesi orda yemek pişiriyor ama onu farketmesine rağmen hiç ses çıkarmıyor ve oğlunun durumuna üzülerek sessizce ağlamaya başlıyor. Ses çıkarmıyor çünkü küçük Ray’in babası da olmadığından artık görme engelli hayata alışmasını ve annesi olmasa da hayatını sürdürmesini istiyor. Ray ağlamayı kesiyor önce sobanın üstünde normal bir insanın duyamayacağı suyun kaynama sesini duyuyor. Sonra koltuğun arkasında yürüyen hamam böceğinin tıkırtısını duyuyor ve onu avcuna alıyor. En son annesine dönüp ‘Anne orda olduğunu hissedebiliyorum’ diyor ve annesi oğlunun artık kulaklarıyla ve parmaklarıyla gördüğünü ve kendi kendini idare edebilecek duyulara sahip olduğunu anlayıp oğluna sarılıyor. Bu müthiş duyulara sahip küçük Ray daha sonra mükemmel bir piyano virtüözü oluyor. Görme engellilerin aslında hepimizden daha iyi kullandıkları ‘Gönül gözü’nü anlatan harika örnekler var. Bunları da sonraki röportajlarda anlatırım umarım.

W- Göz sağlığınız etkileyen diğer faktörler nelerdir?

Ç.Ç.- Göz sağlığı beden ve ruh sağlığından ayırt edilemez. Beden ve ruh sağlığını bozan ne varsa göz sağlığını da olumsuz etkiler. Göz mükemmel bir organ. Yaradılışın ve evrimin mucizesi. İnanılmaz bir damar ve sinir hücresi ağı var. O yüzden vücutta damar ve sinirleri etkileyen ne olursa olsun ki, birçok hastalık bu yapıları etkiliyor, göz de bundan nasibini alıyor. Düzenli göz kontrolleri çok önemli çünkü birçok göz hastalığının erken teşhisle tedavisi var. Üstelik göz muayenesiyle gözün nerdeyse bütün kısımlarını direkt görebiliyoruz. Bu birçok organda yapamadığımız bir şey. Beyinde MR çekeriz, böbrekte ultrason yaparız, kalpte eko uygularız yani direkt göremeyiz ama cihazın gösterdiklerinden yorum yaparız. Göz muayenesinde ise birçok şey ayan beyan ortadadır ve yoruma açık değildir. Bundan dolayı birçok hastalığın teşhisini biz göz doktorları koyar ve ilgili branşa yönlendirir. Mesela çocuklarda ‘Ulusal göz tarama programı’ var. Çocuklar 0-3 ay ve 36-42 aylıkken aile hekimleri tarafından göz muayenesi yapılıyor ve şüpheli durumlarda oftalmoloğa yönlendiriliyor. Erişkin olduğunda uzuv kaybı yaşayabilecek ya da görmesi etkilenebilecek birçok çocuğu küçük yaşlarda erken teşhis ve tedavi edip sağlığına kavuşturabiliyoruz. Diyabet gözü en çok vuran hastalık diyebilirim. Gözün her bir kısmını etkiliyor. O yüzden diyabetin glisemik kontrolü ve diyabetli hastanın düzenli göz muayenesi kontrolü çok önemli. Göz sağlığı için güneşin ultraviyole ışınlarından da korunmak gerekir. Çünkü birçok göz hastalığına neden olabiliyor. Güneş gözlüğü ve şapka kullanımını öneriyoruz. Sigara bazı göz hastalıklarının etyolojisinde var ve bunu da önemsiyoruz. Akdeniz tipi diyet, aşırı yağdan ve rafine karbonhidrattan fakir diyetlerde birçok göz hastalığından koruyucu etkiye sahip. Özellikle yaşa bağlı sarı nokta hastalığında sağlıklı diyet (A,C,E vitaminleri, çinko ve omega 3’ten zengin diyet) öneriyoruz. Düzenli uyku, stressten uzak yaşam beden ve ruh sağlığında ne kadar faydalıysa göz sağlığı için de o kadar faydalı. Günümüzde dijital ekran kullanımı da çok yaygın. Bunu da sınırlamak gerekiyor. Bu özellikle çocuklarda miyopinin artması ve yetişkinlerde kuru göz, göz uyum bozukluklarına bağlı ağrı gibi birçok şikayetin sebebi. O yüzden cep telefonu, tablet, bilgisayar kullanımını da mümkün olduğunca kısıtlamak gerekiyor. Gözleri ovmak, bastırmakta hem keratokonus gibi kornea şekil bozukluklarına hem de kapakların şeklini bozarak göz kapağı düşüklükleri ve sarkmalarına neden olabiliyor. Bundan dolayı el göz temasını (allerji durumları ve ekzema yapabilir) ve ovuşturmayı mümkün olduğunca azaltmak lazım. Çok okumak gözü bozar mı diye soruyor çoğu hastam ben de ‘Okuyabildiğinizden daha da fazlasını okuyun’ diye onlara yanıt veriyorum Yani zararlı bir etkisi olmadığı gibi ‘En iyi tedavi meşguliyet tedavisidir’ diye özellikle yaşlı ve emekli hastalarıma daha fazla okumalarını tavsiye ediyorum.


W- Oftalmolojide yapay zekanın yeri var mıdır?
Kişiye özel tedavi yöntemleri oluşturulabilir mi?

Ç.Ç.- Oftalmoloji; renkli retina fotoğrafları, optik koherens tomografi, retina flöreseinli anjiyografi ve bilgisayarlı görme alanı gibi farklı dijital tekniklerin zaten uzun yıllardır kullanıldığı bir bilim dalıdır ve bundan dolayı yapay zeka çalışmaları için çok uygun ve geniş veri tabanına sahiptir.

Biz oftalmologlar henüz ‘yapay zeka’ ‘makine öğrenmesi’ ‘derin öğrenme’ terimlerinin kullanılmadığı zamanlarda bile normal insanların veri tabanlarına göre hastalarımızın görüntülerinin normal mi anormal mi olduğunu cihazlarla kıyaslıyorduk. Hastalarımızın takiplerini bunlarla yapıyor ve bu sonuçları klinik görünümle de birleştirip tedavileri buna göre düzenliyorduk.

Yapay zeka ile ilgili en çok retinal hastalıklar ile ilgili çalışmalar mevcuttur. Diyabetik retinopati, dünya çapında hızla artan diyabet nedeniyle oftalmoloji alanında yapay zekanın kullanımıyla ilgili en çok ilgi gören alandır. Yapay zeka yazılımı kullanan ilk FDA onaylı cihaz olan IDx-DR’de bu alanda geliştirilmiştir. Aynı zamanda yaşa bağlı sarı nokta hastalığında da retina fotoğrafları ve makine öğrenmesi kullanılarak hastalığın erken teşhisi ve sınıflandırılması konusunda çok başarılı çalışmalar mevcuttur. Her iki hastalıkta da derin öğrenme teknolojisi kullanan yazılımlar ile veri tabanı boyutları arttırılmış ve yapılan çalışmalarda yüksek duyarlılık ve özgüllük oranlarına ulaşılmıştır. Bu sayede kişiye özel tedavilerin geliştirilmesinin önü açılmıştır. Bunlar klinik kullanımlara girmeye devam etmektedir. Retina hastalıklarından sonra ise en sık glokom gibi optik nöropatiler mühendisler ve klinisyenler tarafından çalışılmaktadır. Optik diskin fotoğrafları ile birlikte glokom tanı ve takibinde kullanılan diğer görüntüleme tetkikleri ile ilgili görüntüler birleştirilmekte ve bu veriler kullanılarak hazırlanan yapay zeka uygulamaları klinikte kullanılmaktadır. Yapay zeka algoritmalarına, tanı ve tetkik cihazlarındaki lezyonların öğretilip, daha sonra gerçek hastalarda doğru teşhis koyma oranının incelendiği çalışmalarda, yapay zekanın deneyimli uzmanlara göre hata payının daha az olduğu gösterilmiştir.

Oftalmoloji eğitiminde similasyon eğitimleri ile hali hazırda gerçek göze dokunmadan cerrahi işlemleri yapabiliyoruz. Çok daha gerçekçi simülatörler geliştirilmektedir. VR gözlükler tıpta artık her alanda kullanılmaya başlandı. Eğitimde yine VR gözlükler ile cerrahiyi cerrah gözü ile izlemek mümkün olmaktadır. Göz tansiyonunu ölçen akıllı kontakt lensler geliştirildi. Katarakt ve vitreoretinal cerrahi yapabilecek robotlar geliştirilmeye başlandı. Yapay zeka teknolojisinin yetişmiş uzman nüfusunun az olduğu, hekime ulaşımın zor olduğu gelişmekte olan ülkelerde önlenebilir görme kayıplarının belirlenmesinde ve hekime yönlendirilmesinde kullanılması insanlığa fayda sağlayacaktır.

W- 2023 yılında 6 Şubat depremleri felaketi ile 14 Mart Tıp Bayramını buruk kutlamıştık, “hekimlik” anlamını paylaşır mısınız?

Ç.Ç.- Deprem felaketi hepimizin yüreğini yaktı. Birçok insanımızı ve hekim kardeşimizi kaybettik maalesef. Hatay’da bir göz hekimi arkadaşımı kucağında bebeğiyle kaybettim. Günlerce etkisinden kurtulamadım. Çok büyük acılar yaşadık milletçe. İnşallah tekrarı olmaz. Böyle felaketler yaşamayız.

Hekimlik sadece bir meslek değil bir yaşam biçimi, bir felsefe. Hekim, bilge ve filozof kişi demek. Tam anlamıyla bir hekim olabilmek için bilge kişi olmak yetmez. Merhamet, vicdan gibi duyguların gelişmiş olması gerekir hekimde. Hümanist olmalıdır aynı zamanda. İnsan sevmelidir, insana değer vermelidir. İnsanı insan olduğu için sevmelidir. Sadece insan sevmekte yetmez, hayvanları, doğayı ve Dünya’yı da sevmelidir. Mevlana şöyle diyor: ’Sevgi, acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve kahrı rahmete dönüştürür’. Bilgeliğin yanında bu erdemlerde varsa o kişi artık tam anlamıyla bir hekimdir. Sokrates ‘Ruhumuzu özen gösterelim’ diyor. Hekim sadece dış görünüşüne, konuşmasına, davranışlarına değil, ruhuna özen gösteren kişi olmalıdır.

Memleketten 40 senelik üst komşumuz Dr. Rıfat Patır var. 1924 doğumlu, yani tam 100 yaşında. Düşünsenize bir asıra meydan okumuş ülkenin çınarlarından biri. 1949’da tıp fakültesinden mezun olmuş. Daha sonra Çorum’da Tıp Fakültesinde çalışırken göz tedavisini de yapmak bana nasip oldu. Birkaç sene önce kendisiyle sohbet ederken hiçbir dönem arkadaşım hayatta değil hepsi vefat etti dediğinde çok üzülmüştüm. Çorum’da Tabip odası başkanıyken ‘Çınarlarla fidanlar’ isminde tıp öğrencileriyle buluşturmuştum onu. Hastaya nasıl davrandığını anlatırken ‘Şimdiye kadar hiçbir hastam derdini anlatırken onun sözünü kesmedim’ demişti. Daha sonra yazdığı kitapta da bu cümleyi okudum. Zerafete, asalete bakar mısınız? Gece kaç olursa olsun, tatil de, bayramda seyranda kapısını çalanı, derdine derman arayanları geri çevirmezdi. Hala hayatta ve hasta bakıyor. İşte gerçek hekimlik budur bence. Hekim, en güzel erdemleri kendinde barındıran bilge kişi olmalıdır.

Büyük ozan Veysel şöyle diyor:

Anlatmam derdimi dertsiz insana
Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz.

Gönül diliyle konuşan, kalp gözüyle gören büyük şair öyle güzel söylemiş ki. Hekimlik dert dinleme, derde derman olma sanatıdır. Veysel hem çok dert çekmiş, hem de görme engelli. Karısı terk etmiş, geçim zorluğu yaşamış. En büyük varlığı sazı ve sözü. ‘Taş olsam yandım idi, toprak oldum da dayandım’ diyor. Hekim de toprak gibi olmalıdır. Karşılıksız bağrına basmalıdır, kucaklamalıdır, sarıp sarmalamalıdır, şefkat göstermelidir.

Bir başka büyük ozan Seyrani’nin dizeleriyle bu soruyu sonlandırayım:

Kalbini geniş tut sıkma Seyranî
Rıza-yi Bâri’den çıkma Seyranî
Gönül beytullahtır yıkma Seyranî
Elinden gelirse imâret eyle.

İnsanın gönlünü Kabe’ye benzetiyor büyük ozan. Yıkma hatta onun kalbinde yeni güzellikler inşa et diyor. Karşındaki nasıl olursa olsun sen kalbini geniş tut, herkesi oraya sığdır, oranın kapısı herkese açık olsun diyor. İşte gerçek hekimde bence böyle olmalıdır.

W- İstanbul işgal altındayken, mandaya karşı çıkan Tıbbiyeli Hikmet ve arkadaşlarının Türk bayrağını dalgalandırdı, hekimlik aynı zamanda bir “liderlik” kimliği de taşımakta mıdır? Toplumdaki yerini nasıl tanımlarsınız?

Ç.Ç.- Hekimler önceki dönemlerde toplumun önde gelen kişileri, kanaat önderleriydi. Ama son zamanlardaki kırıcı ve kaba söylemler, itibarsızlaştırmaya yönelik çıkan kanunlar ve davranışlar hekimleri sindirdi ve köşeye sıkıştırdı. Hekimlik bir sanattan, basit bir meslek dalına indirgendi. Hekimlik kanaat önderliğinden, memurluğa evrildi. Elbette her mesleğin iniş çıkış dönemleri olmuştur tarih boyunca. Bence biz hekimlerde şu an diplerdeyiz. Ama her dibin bir tepesi mutlaka vardır. Biz mesleki gururumuzu ezdirmeyip, mücadele ettiğimiz sürece mutlaka yine yeniden tepeleri göreceğiz. Ben buna inanıyorum. Geç olsa da, zor olsa da hekimlik yine kendini kanıtlayacak ve toplumda hak ettiği itibarı yeniden inşa edecektir. Öğrencilerim o kadar umutsuzlar ki. Bazen sınıfta soruyorum ‘Kimler uzmanlık sınavına, kimler yurtdışında mesleğini yapmak için yabancı dil çalışıyor’ diye; yarıdan fazlası Almanca, İsveççe, Fince gibi kurslara gittiğini söylüyorlar. Bu gençlere gerçekten yazık. Hepsi ülkenin en iyi genç beyinleri. Hepsi ülkenin zehir gibi çocukları. Kendilerini ezilmiş, çaresiz, umutsuz hissediyorlar. Her zaman söylüyorum: ‘Sizler toplumun akıllı çocuklarısınız. Üretin, çalışın, yapın. İlerde toplumu siz sürükleyeceksiniz, sizler önderlik edeceksiniz’ diye. Dediğim gibi o günlerin yeniden geleceğine tüm kalbimle inanıyorum.
O gün Tıbbiyeli Hikmet’in yaptığı yurt savunmasını ve emperyalist güçlere karşı olan başkaldırıyı bugün yine olsa Türk hekimleri gözünü kırpmadan tekrar yapar. Her şeyin en güzelini bilen ve yapan Ata’m da ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ demedi mi? Vatanımız, insanımız, çocuklarımız biz ‘Türk hekimleri’ne emanet.

W- 14 Mart Tıp Bayramı’nın 104. Yılını kutluyoruz, modern Tıp eğitiminin başlangıç tarihi. Bir akademisyen olarak tıp eğitiminin bireye kattığı nitelikler nelerdir?

Ç.Ç.- Tıp öğrencileri her zaman özel öğrencilerdir. Sınıfın çalışkan çocuklarıdır. Daha naif, düşünceli ve hümanist gençler tıp okumak istiyor. Haliyle tıp fakültesinde bu mükemmel hamuru istediğiniz gibi yoğurabiliyorsunuz. Hem çalışkan, hem naif, zarif. Mükemmel bir birleşim.

Zaten istemeyen, zorlanan ya da ne istediğini sonradan anlayanlar sistemden çıkıyorlar. Bunlar zeki insanlar ve yolun sonunda dahi U dönüşü yapıp kendilerine daha uygun olan yolu seçiyorlar. İki yakın örnek var ailemde. Biri yeğenim. Çok başarılı bir öğrenci. Anne babası doktor olmasını istiyor ama karakteri hekim olmasına kesinlikle müsait değil bana göre. Ablama söylüyorum ama onun hayalleri başka. Çocuğunun beyaz önlük içinde, boynunda steteskopla hayal ediyor. İlk sene diş hekimliğini kazandı, son bir savaş verdi ailesiyle ve gitmemeyi başardı. 2. Sene Cerrahpaşa Tıp Fakültesini kazandı. Bir yandan gitmek istemiyor ama anne ve babası havalara uçuyor o yüzden ailesini kıramıyor. Artık mecbur gidecek, çünkü İstanbul gibi güzel bir şehirde gözde bir tıp fakültesi kazandı ve ailenin hayalleri gerçekleşti. Babası yani enişte tam Cerrahpaşa’nın ana kapısının karşısında, amfiye yürüyerek 2 dakika mesafede ev tuttu ona. Düşünsenize İstanbul’da Tıp okuyor ve okula 2 dakika mesafede. Dedelerden ve aile yakınlarından burslar bağlandı, güzel para da geliyor. İlk sene geçti neyse. Çalışkan ve zeki çocuk geçti bütün derslerini. Bizim ki okula arada gidiyor ama daha çok üniversite sınavına hazırlanıyor yine. Anne babası sorduğunda ilk 100 bursu (Devletin üniversite seçme sınavında ilk 100’e giren öğrencilere her ay verdiği yüksek meblağlı burs) için hazırlandığını söylüyor. Ve tekrar üniversite sınavına giriyor. Bu sefer Türkiye 70. si oldu ama anne baba tıp okuyacaksın diyor ve okula devam ediyor. Sonra zorlu 2. sene başladı. Sürekli acile giden ambulansların çalan sirenleri, bağıran çağıran hasta yakınları, kadavralar, fırçalayan hocalar, asistanlar, sürekli ders çalışan sınıf arkadaşları…Bizim ki dumura uğradı, isyanlar başladı, ben buraya ait değilim diyor. Bu arada ablamlar beni görevlendirdi, ‘Lütfen git ve bu çocuğu tıp okumaya ikna et’. Ben 3 gün onla kaldım öğrenci evinde. Birlikte Sobotta’dan anatomi çalışıyoruz, tıpın güzelliklerini anlatıyorum ona, amfiye kendim bırakıyorum ama bir yandan gözlüyorum karakter tıpa uygun değil bu kadar zeki ve parlak bir çocuğun kendi hayallerini de gerçekleştirmesini istiyorum. 2. günümüzde ek kontenjan sonuçları açıklandı. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Fakültesinde 1 kişilik kontenjan var. Sabaha kadar oturuyoruz ve karar veriyoruz ki tıp fakültesi bırakılacak işletme yazılacak. Ablam ve eniştem beni onu tıp okumaya ikna et diye gönderdiler ama ben son gün onlara telefon açıp ‘Bu çocuk hayatta tıp okuyamaz, bu seneyi geçse bile bundan sonra devam edemez’ şeklinde konuşup onları da ikna ediyorum. Şimdi Boğaziçi Üniversitesi’nde bizim ki ve çok mutlu. Sürekli kampüste kulüplerde, konserlerde, arkadaş çevresi çok geniş, akşam gezmeleri çok fazla ve derslerini de çok seviyor. Karakter uygun değilse hekimlik yapmak çok zor. Yapsa da ömür boyu arayışla geçecek. 2. örnekte abim. O da diş hekimi olmasına rağmen hiç diş hekimliği yapmadı. Çocukluk hayali pilot olmaktı. Gitti yurtdışına pilotluk okudu ve pilot oldu. Şimdi kaptan pilot. Donanımı ve tecrübesiyle ülkenin en aranan pilotlarından.

Bir de babamı örnek vererek bitireyim. Köyden çıkıyor. Liseyi 1. bitiriyor ve ODTÜ’de mühendislik kazanıyor. 1 sene okuyor ama yok. Hayali doktorluk, babaannemde çok istiyor doktor olmasını. ’Urfan beğ gibi ol, köyde senle gurur duyalım’ diyor. O zaman şehirde tek genel cerrah var. Urfan beğ ve herkesi o muayene ediyor. Zamanın en meşhur en popüler doktoru. Bu sefer babam Askeri Harbiye’yi kazanıyor 1. olarak. Harbiye’de devam ederken tıp fakültesini kazanıyor. Komutanına gidip durumu anlatıyor. Komutanı hem birincisin, hem karakterin askerliğe çok uygun devam et diyor. Ama babam hayallerinin peşinden koşuyor ve genel cerrah oluyor sonunda.

Yani ne yaparsanız yapın yollarını buluyor bu sınıfın çalışkan çocukları. Ama karakterleri hekimliğe müsait olmayanlar mesleklerini yapmaya başlasalar bile tükenmişlik başlıyor yakın zamanda. Poliklinikler, ameliyathaneler ağlama duvarına dönüyor bu sefer. Günümüzde hekimliğin prestijini azaltan kanunlar, söylemler, bir yandan ekonomik şartlar mesleki tatmini sıfıra indirdi. Buna rağmen dünyanın en büyük nimeti bence mesleğini severek yapmak. Seveceğin bir eşin ve seveceğin bir işin varsa dünya sanki bir cennet köşesi gibi. Tam tersi durumunda ise bir cehennem çukuru diyebiliriz. Allah tüm hekimlerin yardımcısı olsun bu devirde…

W- Tıp alanında giderek yükselen bir değeriz, oftalmolojide yerimiz ve 14 Mart’ın bizlere gösterdiği vizyon hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Ç.Ç.- Türk tıbbı çok hızlı gelişiyor. Çünkü biz Türk hekimleri hem profesyoneliz hem de bir yandan duygusalız. İnsanlarla daha iyi etkileşim kurabiliyoruz. Bu yüzden hastamız ve deneyimimiz yabancı ülkelerdeki meslektaşlarımıza göre çok daha fazla. Aynı zamanda çok cesaretli ve yenilikçiyiz. Teknolojik gelişmelere çok hızlı ayak uyduruyor, yeni cihazları ilk biz deniyor ve yeni tedavileri uygulamaktan çekinmiyoruz. Bu da Türkiye’de tıbbın ve oftalmolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlemesine neden oluyor.

Almanya’da geçirdiğim zamanlarda artık nerdeyse uzman olacak bir asistan konjunktiva dikişi attığı için çok mutlu olmuştu. Ben ise çok şaşırdım çünkü ben ilk konjunktiva dikişimi 3 aylık asistanken yapmıştım ve uzmanlığa yakın yüzlerce hasta ameliyat etmiştim. Avrupa’nın çoğu ülkesinde asistanın ameliyat yapması yasak. Ama Türkiye sistemi bence çok faydalı ve cerrahlar çok hızlı ve güzel yetişiyorlar. Oftalmolojide birçok kıymetli hocamızın kendi geliştirdikleri cerrahi yöntemleri ve ameliyat enstrümanları var. Ama maalesef bizim kültürümüzde yeni birşeye patent alıp tescillemek kültürü yeni yeni oluştuğu için birçok yeniliğin isim hakkını yabancılara kaptırmışız.

W- 14 Mart Tıp Bayramına özel mesajınızı alabilir miyiz?

Ç.Ç.- Tüm meslektaşlarımın, hocalarımın, öğrencilerimin, babamın, eşimin ve abilerimin 14 Mart Tıp bayramını kutlarım. Vefat etmiş hekimlerimizi de rahmetle ve saygıyla anıyorum. Bu arada sağlık çalışanlarımız, hemşirelerimiz, teknisyenlerimiz canımız ciğerimiz. Onlarsız sağlık hizmetini yürütmemiz çok zor. Onları çok seviyoruz. Ama 14 Mart Tıp bayramının hekimlere özel bir gün olduğunu (zaten kutlanma sebebine bakarsanız bunu görürsünüz) burada belirtmek isterim. Umarım hekimlik sanatını daha aydınlık ve güneşli yarınlarda yapacağımız zamanlar yakındır.

W- Kıymetli Hocam değerli görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederiz.